Türkiye'de bilhassa İstanbul'da kupkuru, tam manasıyla cahil yeni bir gurup türemiştir. Bu gurup kendine selefi ismini vererek, Allahü teâlâya -haşa- cisim ve mekan isnad edecek kadar ileriye giden İbni Teymiyye ve haleflerini örnek aldığını iftiharla söylemektedir. Mezhepleri ve müctehidleri reddediyorlar. (Makaleler, Madve Yayınları: 11, Ekim 1985; s.7)
Ubeydullah Küçük diyor ki:
Şeytani ihtilaf yangınını İslam dünyasında ilk çıkartan hain, yahudi dönmesi İbn Sebe'dir. Farmason ve anarşist Afgani, onun çömezi mason Abduh, onun tilmizi İngiliz maşası Reşid Rıza ve günümüzdeki takipçileri de yakıcı ve yıkıcı ihtilaflar çıkartmışlardır. Haşa, "Allah semadadır" diyen İbn Teymiyye, Müslümanları müşrik ilan eden M. bin Abdülvehhab da bu uğursuz kafiledendir. Her müslüman rahmani çeşitlilik ile şeytani ihtilaflar arasındaki farkı bilmelidir....İbni Teymiyye birçok noktalarda aşırı gitmiş, "gulüvv"a sapmış, İslam'ı daraltmış, tecsim (antropomorfizm) girdabına batmış, ezici çoğunluk tarafından reddedilmiş, şaibeli bir kimsedir, kılavuz olamaz. (Bedir Yayınevi'nin Kitabül-Kebair kitabına yapılan 8. Ek, s.287-288)
İhsan Şenocak şu bilgileri veriyor:
İslam düşünce tarihinde hakkında en çok söz söylenen isimlerden birisi olan Harranlı İbn Teymiyye, Eşariler başta olmak üzere Ehl-i Sünnet hassasiyetine sahip kelamcılara sert eleştirelerde bulunmuş, ulemanın hazır bulunduğu muhakemelerde sorgulanıp teşbih akidesinden ve icmaya aykırı fetvalarından dolayı defaatle cezalandırılmıştır. Müteşabihatı tefsir ederken ayetlere zahiri anlamlarını veren, semada yerleşme, bir yere oturma, hareket etme gibi insanlara ait fiilleri Allahü teâlâya isnat eden İbn Teymiyye, Sünnet ve Cemaat Akidesini benimseyen alimler tarafından tenkit edilmiş, görüşleri hakkında çok sayıda reddiye kaleme alınmıştır. (İnkişaf Dergisi, No:7)
Ali Nar diyor ki:
"İbni Teymiyye aşırılıklara düştü. Fıkıh mezheblerini, Ehl-i Tariki ağır tenkidde bulundu. Hatta teşbih [Allahü teâlâyı cisim ve mahluklara benzetme] inancına tutuldu... Hasılı, devrindeki ve sonraki Ulema onun birçok yönden ilmiyle saptığı kanaatine vardı." (İmam-Hatib Liseleri İçin İlm-i Kelâm Dersleri, Selâm Yayınları, İstanbul, 1984, s. 57)
Abdurrahman Güzel şu bilgileri veriyor:
"Bazı felsefeciler ile İbn-i Teymiyye ve gölgeleri İbn-i Kayyım ve diğerleri, "bazı hâdislerin/sonradan yaratılan eşyânın/varlıkların aynı zamanda Kadîm/ezelî olduğunu", yani onların hem “yaratılmış” hem de “kadîm” ve “ezelî” olduğunu iddia etmişlerdir. Allah celle celâlühû’yu hâşâ hiçbir zaman koltuksuz bırakmamak için Arş'ın aynı zamanda hem mahlûk yani yaratılmış hem de kadîm olduğunu iddia etmişlerdir. Bir yandan felsefecilere karşı nasslardan yana mücâdele ettiklerini iddia edip mü’minleri yanıltırlarken diğer yanda felsefecilerin kuyruklarına takılmışlardır. Halbuki böyle bir iddia saçma bir iddiadır. Bir şeyin, hem “hâdis” olması hem de “evveli olmayan”/“Kadîm” olması İmkânsızdır. Geniş bilgi için, İmâm Sübkî'nin "es-Seyfu’s-Sakîl”ine ve ona İmâm Kevserî tarafından yazılan hâşiyesi “Tebdîdü’z-Zalâmi’l-Muhayyim”e bakılsın." (Guraba Dergisi, 5. sayı)
Bu konuyu daha iyi anlamak için, Dr. Ebubekir Sifil'in açıklamalarını nakletmek faydalı olacaktır. İbni Teymiyye diyor ki:
"Arş'ı istiva, keyfiyetsiz bir şekilde Allahü teâlânın bir sıfatıdır. Kişinin buna iman etmesi ve bunun bilgisini Allah'a havale etmesi gerekir." (Mecmu'u'l-Fetava, XVI, 400)
İbni Teymiyye'nin kitaplarını tedkik edenler, mesela Dr. Ebubekir Sifil diyor ki:
"İbni Teymiyye sözü bu noktada bırakmış ve tevile sapmamış olsaydı, hem kendisiyle çelişmemiş olur, hem de itiraza muhatab olmaktan kurtulurdu. Ne var ki böyle yapmamış ve tevile bizzat kendisi başvurmuştur." (İslam ve Modern Çağ, Kayıhan Yayınları, c.1, s. 74)
Mesela, istiva konusunu işlediği yerlerden birisinde, bu kelimenin ["istevâ alâ" ifadesinin] bir tek mânâsı bulunduğunu söyler ve şöyle der:
"Hz. Peygamber [aleyhisselam], üzerine binmek için hayvanın yanına geldi; ayağını üzengiye koyduğu zaman 'Bismillah' dedi. Hayvanın sırtına oturduğu ["istevâ alâ zahrinâ"] zaman 'Elhamdülillah' dedi. İbni Ömer de şöyle demiştir: Resulullah [aleyhisselam] bineğine bindiği zaman... ["istevâ alâ ba'îrihî] Bu mânâ, iki hususu ihtiva eder: İstiva edenin, istiva ettiği şeyden yüksekte olması ve onunla aynı seviyede olması. Bir şeyden aşağı seviyede olanın durumu hakkında 'istevâ aleyhi' denmez." (Mecmu'u'l-Fetava, XVII, 375)
İbni Teymiyye'ye göre, Allahü teâlânın Arş'ı istivası onun üzerinde bulunması mânâsında olduğunu göre, burada şöyle bir problem ortaya çıkmaktadır: Allahü teâlânın varlığı ezelî olduğuna göre, Arş'ı yaratmadan önce Allahü teâlâ neredeydi?
İmam-ı a'zam Ebû Hanîfe (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu konuda şunları söylemektedir:
"Allahü teâlâ, kendisi için bir ihtiyaç ve (Arş'ın üzerine) istikrar (yerleşme, mekân tutma) olmaksızın Arş'a istiva etmiştir. O, Arş'ı da diğer mahlukatı da korumaktadır. Eğer (Arş'a ve bir yerde yerleşip mekân tutmaya) muhtaç olsaydı, tıpkı mahluklar gibi alemi yoktan var etmeye ve idareye muktedir olamazdı. (Bir mekânda) oturmaya ve karar kılmaya muhtaç olsaydı, Arş'ı yaratmadan önce Allahü teâlâ nerede idi? Yüce Allah bundan münezzehtir." (İmam Ebû Hanîfe, el-Vasıyye, 73.)
"Arş'ı yaratmadan önce Allahü teâlâ neredeydi?" sorusuna İbni Teymiyye'nin bulduğu cevabın "Arş'ın nev'î kıdemi" olduğunu görüyoruz:
Selefî ekol, Allahü Teâlâ'nın (Arş, sema vb.) belli bir mekânda ve dolayısıyla (uluvv/yükseklik, yukarıdalık gibi) belli bir "yönde" bulunduğunu söyler. Bu bağlamda genel muhtevalı eserler yanında İbn Teymiyye'nin "Kitâbu'l-Arş"ı, İbn Kudâme'nin "İsbâtu Sıfeti'l-Uluvv"u ve ez-Zehebî'nin "el-Uluvv li'l-Aliyyi'l-Azîm"i gibi monografiler de mevcuttur. Allahü Teâlâ'ya mekân izafesi, tabiatı gereği müstakil bir mesele olmayıp, beraberinde başka problemleri de getiren son derece temel bir tartışmadır. Arş'ı da, semayı da, diğer mekânları da yaratan Allahü Teâlâ olduğuna ve O'nun istivasının "mekân tutmak" anlamına geldiği iddia edildiğine göre, İmam Ebû Hanîfe'nin de dile getirdiği "Allahü Teâlâ bu mekânları yaratmadan önce neredeydi?" sorusuna İbn Teymiyye'nin bulduğu cevap, "Arş'ın nev'î kıdemi"dir. Bu, şu demektir: Allahü Teâlâ ezelden beri üzerine istiva ettiği Arşlar yaratmaktadır. Yenisini yarattığında bir öncekini yok etmektedir ve bu, ezelden beri böyle devam edegelmektedir. Bu izah tarzının ne kadar problemli olduğu ise açıktır. Zira Allahü Teâlâ dışında varlığı ezelî olan bir başka varlık tasavvur edildiğinde, zorunlu olarak o varlığın mevcudiyetinin bir yaratıcının varlığına mütevakkıf bulunmadığını, varlığının zorunlu ("vâcibu'l-vücud") olduğunu söylemiş olursunuz. Bunun ne anlama geldiği ise açıktır...(Dr. E. Sifil, Milli Gazete, 7 Ağustos 2004)
"Muhammed Abduh da bu ifade üzerine yazdığı ta'likte şunları söyler: (Bunun sebebi İbni Teymiyye'nin, ayet ve hadislerin zahiri ifadelerini esas alan ve Allahü Teâlânın Arş'a oturmak suretiyle istiva ettiğini söyleyen Hanbelilerden olmasıdır. Kendisine, Allahü Teâlâ ezeli olduğu için O'nun mekanının da ezeli olması gerektiği için bu görüşün Arş'ın ezeli olmasını icabettirdiği, Arş'ın ezeli olmasının ise onun görüşüne aykırı olduğu söylenerek itiraz edilince, "Arş nev' olarak kadimdir" demiştir. Bu şu demektir: Allahü Teâlâ, ezelden ebede kadar bir Arş'ı yok ederken diğerini yaratır ki, Allahü Teâlânın istivası ezeli ve ebedi olsun....)" (İslam ve Modern Çağ, Kayıhan Yayınları, c.1, s. 76.)
İbni Teymiyye'nin talebesi İbn-i Kayyım şöyle der: "Cehm ve taraftarları Allah’ın muattal olduğuna, sonradan değişikliğe uğrayarak, Deyyân (Allah) ile kaim bir emir olmaksızın Allah’ın kâdir olduğu şey haline geldiğine hükmettiler." (Kasîde-i Nûniyye) Bunun hakkında İmam-ı Sübkî diyor ki: "Maksadı “Allah’ın ezelden beri bir iş yapmakta olduğu”dur. Bu, “âlemin kadîm ve ezelî” olduğunu lazım getirir. Bu ise küfürdür."(es-Seyfü’-Sakîl) Hüseyin Avni Kansızoğlu şu açıklamayı yapıyor: "Yani, insanın Allah’ın “ezelden beri iş yapmakta, yani yaratmakta olduğu”na inanması “yaratılanların kadim olduğu”nu açıkça vasıtasız lazım getirir. “Alemin kadîm olması” inancı “Allah’ın ezelde yaratması” inancından ayrılmayacak bir inançtır. Akıllılarca “Allah’ın ezelde yaratması”na inanıp ta “alemin kadîm olduğu”na inanmamak olacak şey değildir. Bir görüşün bir başka görüşe lüzûmu, yani yapışıp ondan ayrılmaması, bazen “açık” yani vasıtasız olur. Meselâ siz, bir varlık için, “ezelîdir” derseniz, onun için “kadîmdir” demeniz, açık, olarak “lâzım” olur. Bir yanda, bir şey için “ezelde yaratıldı” deyip de öte yanda, “Kadîm değildir” diyemezsiniz. Kezâ, “Allah’ın uzuv manasında eli var” diyen, öte tarafta “Allah cisim değildir” diyemez. Çünki, “Uzuv olmak”, “cisim olmayı” vâsıtasız ve açık olarak lâzım getirir..." (İnkişaf Dergisi, No: 7)
Muhammed Önder diyor ki:
"İbn Kudâme haberi sıfatların manalarının bilinemeyeceğini, bununla uğraşılmaması gerektiğini, bu tavrın Kitap, Sünnet ve İcma ile sabit ve Selef’in tavrı olduğunu söylemektedir. Bu tesbit Mâtürîdîler ve Eş’arîlerin Selef’in mezhebi hakkındaki tesbitinin aynısıdır. İbn Kudâme eğer Hanbelîleri temsil yetki ve otoritesinde bir ilim adamıysa, söyledikleri, İbn Teymiyye ve talebelerinin Selef-i sâlihîne nisbet ettikleri haberi sıfatların manaları bilinir, Selef de biliyordu; tezlerinin hatalı olduğunu göstermede önemli bir rol oynayacaktır. Halbuki İbn Teymiyye ve onun görüşlerini benimseyenler, haberi sıfatların manalarının bilineceği anlayışının Selef’in mezhebi olduğunu savunagelmişlerdir. İbn Teymiyye’yi, Allah vardı Allah’la birlikte hiçbir varlık yoktu, rivayetini inkara götüren, Allah’la birlikte (havadis la evvele leha, yani) ezelden beri hâdis/sonradan olma varlıklar vardı, dedirten, Allah arşa hakîkaten (mekân tutma manasında) istiva etmiştir, “Allah, kesintisiz yaratmanın halk sıfatında kemal olması boyutuyla muhtar değildir, sürekli yaratmaktadır,” anlayışına sürükleyen, Allah’ın varlığının isbatında kullanılan hûdus delilini inkar ettiren, Allah’ın muhalefetün lil havadis diye bir sıfatı olamaz noktasına getiren ve neticede defalarca küfürden tevbe ettirilmesine zemin hazırlayan, müminlerin arasında hak kasdıyla da olsa fitne çıkarma durumunda bırakan bu yanlışıdır. O’na Mâtürîdîler ve Eş'arîleri ehli sünnet dışı ilan ettiren ve günümüzde Ehl-i Sünnet Müslümanları arasındaki ihtilafa en temel sebep teşkil eden, onun açtığı bu hatalı çığırdır." (Guraba Dergisi, Sayı: 2)
Recep Yıldız'ın değerlendirmesi şöyle:
Benimsediği usul ve hadiselere yaklaşım tarzı itibariyle bakıldığında İbn Teymiyye’nin seleficiliği ile ulemanın usul ve üslubu arasında tevhit kabul etmez farklar vardır. Bu durumda Onun için insanlara doğru bilgiyi aktaran bir bilgi kaynağı, sapmalarına mani olan bir yol gösterici gibi anlamlara gelen alim ünvanını kullanmak güç bir hal almaktadır. Zira O doğrudan ziyade yanlış bilgiye kaynaklık yapmaktadır. İbn Teymiyye ile başlayan anlayışın müntesipleri, geçtiğimiz yüzyılda “hareket” çapında temsil imkanına ulaşmış, günümüzde ise Sünnet ve Cemaat akidesine sahip alimleri şirk ve küfürle itham eder bir işleve kavuşmuşlardır. Yeni selefiler olarak adlandırılabilecek bu grup İbn Teymiyye gibi tahkik edilmeyen bilgilerle kendileri dışındaki her alimi bidat, şirk ve küfürle itham etmektedir. “Ehl-i Sünnet” akidesine sahip alimleri “ehl-i zeyğ” olarak tanıtan grup, insanların doğru bilginin kaynağına ulaşmalarına engel olmaktadır. Günümüz akademisyenlerinin zihinlerinde oluşan istifhamların önemli bir bölümü söz konusu grubun bilgi tahrifatı ile yakından ilişkilidir. (İnkişaf Dergisi, Sayı:7, Ekim-Aralık 2006)
Aynı dergide, Halit İstanbullu şu bilgileri veriyor:
Hicri sekizinci asırda yaşayan İbn Teymiyye’nin (v. 728/1328) “ehl-i sünnet kelamına” karşı yönelttiği eleştirileri ve “selef akidesi” başlığı altında “Haşviyye” ile örtüşen görüşleri eski ihtilafların tekrar canlanmasına yol açtığı gibi, günümüzde “selefîyye” olarak isimlendiren ve söz konusu yaklaşımın müdafaasını yapan bir hareketin doğmasına da yol açmıştır. Düşünce ve meyilleri ile “cemaat-ı kübra”dan ayrılan, hatta mizaç ve ahlaki kriterleri itibariyle de farklılık gösteren bu yeni oluşumun selef-i salihinin devamı olduğunu söylemek ilmi verilerle çelişmektedir. Zira varlığını, bid'at olarak nitelediği söz ve fiilleri yok etmek üzerine bina eden bu yeni mezhebin bizzat kendisi bid'attır. Selefilerin mezhepleri devre dışı bırakarak selefe ulaşma gayretleri ise hem sahih senet sistemine engel teşkil etmekte, hem de onların oluşmasını gerekli kılan unsurlara karşı Müslümanları savunmasız bir konuma getirmektedir. Selefiler kendileri gibi düşünmeyen Müslümanları; “Cebrail risaleti Ali’den kaydırıp Muhammed’e verdi” diyen ve bu yüzden “Cebrail’e söven” “Gulat-ı şia” ile eşdeğer görmekte ve onların adı olan “ehl-i zeyğ” kelimesini Maturidi ve Eşariler için de kullanmaktadır. Tanımlanan anlamda selefiyye’nin kurucusu İbn Teymiyye’dir. Yaşadığı dönemde büyük bir şöhrete kavuşan İbn Teymiyye, Takiyyuddin es-Sübki, İbn Cehbel gibi alimlerin görüşlerini tenkit etmeleri üzerine itibar kaybına uğramış, İbn Kayyım el-Cevziyye (v. 751/1350), İbnu’l-Vezir (v. 840/1436) ve Şevkani’nin (1250/1834) gayretleriyle ancak unutulmaktan kurtulabilmiştir. (İnkişaf Dergisi, No:7)
Hüseyin Avni Kansızoğlu diyor ki:
Mîzâc ve ahlâkı çerçevesinde doğan ve gelişen üslûbuyla, olması îcâb eden veya olabilecekten daha fazla bir cesâret, hiç olmaması lâzım gelen tepeden bakma, boyundan büyük olan nice büyüklere karşı, akıl almaz bir saldırganlık, acelecilik, muğalata ve benzeri sebeblerden doğan bıktırıcı tekrarlar, çekilmez tenâkuzlar sergilemiştir. Tenâkuz ve tekrarları çizildiği takdirde yazdıklarının neredeyse dörtte biri bile kalmayacaktır. Kitablarını aklı havada bir kara sevdalı edasıyla değil de, bir ilim adamı ciddiyeti ile okuyacak olan herkes bu hakikati görebilecektir. “İktizâ”sı, “Kâidetün Celîle”si, “Furkan”ı, “Ubûdiyye”si, Akîdeye dâir kitabları, Fetâvâ’sının akîdeyle alakalı kısımları, birindeki cümleleri diğerinde biraz değiştirilen, zaman zaman da hiç değiştirilmeden aynen tekrarlanan sözlerden meydana gelen cinsindendir. (İnkişaf Dergisi, No: 7)
Ebubekir Sifil diyor ki:
Net olarak anlaşılmaktadır ki İbn Teymiyye, kâfir ve müşrikler için Cehennem azabının sonsuz olmayacağı, azapta çok uzun zaman kalsalar da oradan çıkacakları bir günün mutlaka geleceği görüşünü benimsemiş ve hiçbir yoruma mahal bırakmayacak tarzda savunmuştur. (İnkişaf Dergisi, No:7)
Cennet ve cehennem hayatının ebediliği, Kur'an, Sünnet ve İcma ile sabit zarurat-ı diniyyedendir. Konuyla ilgili ayet ve hadisler burada zikredilemeyecek kadar fazladır. Ümmet seleften halefe bu itikat üzere icma edegelmiştir. İbn Hazm, "Merâtibu'l-İcma"da cennet ve cehennemin ebedî olduğu konusunda icma edildiğini ve bu icmaa muhalefet edenlerin küfründe icma bulunduğunu söyler. (Milli Gazete, 24 Temmuz 2004)
"Ebediyet" kelimesi etrafındaki tartışma İbn Teymiyye ve talebesi İbnu'l-Kayyım ile başlamıştır. Evveliyatında Cehm b. Safvan'ın hem cennetin hem de cehennemin son bulacağı görüşü dışında bu kelimeyi cehennemin sonluluğu anlamında tartışan olmamıştır. Cehennemin ebedi olmadığını söylemenin küfür olduğunu ben söylemiyorum. Ehl-i Sünnet alimlerinin eserlerinde bu mesele hakkında oldukça açık beyan ve hükümler var. Hadi'l-Ervah ve içindeki deliller okunmuş ve gerekli şekilde cevaplandırılmıştır. Hatta bu, daha İbnu'l-Kayyım hayattayken yapılmıştır. Pek çok alim tarafından "müçtehid" olduğu söylenen Takiyyüddin es-Sübkî, el-İ'tibâr bi Bekâi'l-Cenneti ve'n-Nâr" adlı eserinde Hadi'l-Ervâh'taki hatalı yaklaşımı açık biçimde gözler önüne sermiştir. Ondan yüzyıllar sonra Muhammed b. İsmail el-Emîr, "Ref’ul-Estâr" adlı reddiye ile meselenin üstüne bir kere daha gitmiştir. Bu ikinci eser, sıkı bir Selefî ve İbn Teymiyye takipçisi olan el-Albânî tarafından tahkik ve neşredilmiştir. el-Albânî de orada İbn Teymiyye ve öğrencisinin hatalı olduğunu açık bir şekilde itiraf etmektedir. (Milli Gazete, 30 Aralık 2007)
Uludağ Üniversitesi'nden Dr. Veysel Kaya şöyle diyor:
Yalnız, bu satırların yazarına göre İbn Teymiyye ve öğrencisinin [İbn Kayyım'ın] Cehennem azabının sonlu olduğu yönündeki kanaatleri son derece açık iken, … selefi çizgideki bazı yazarların, İbn Teymiyye’nin böyle bir şeye kail “olamayacağı”, onun bu izahlarının kendi görüşü olmayıp başkalarından aktarma olduğunu kanıtlamak için harcadıkları çaba hayret vericidir. İbn Kayyım el-Cevziyye’nin aktardığına göre, kendisi hocası İbn Teymiyye’ye cehennemin sonsuzluğu konusunu sormuş, İbn Teymiyye de problemin büyük ve oldukça müşkül olduğunu ima etmiş; daha sonraları da öğrencisinin bu isteğine istinaden söz konusu risalesini [İbn Teymiyye, er-Redd ‘alâ men kâle bifenâi’l-cenne ve’n-nâr ve beyânü’l-akvâl fî zâlik (nşr. Muhammed b. Abdillah es-Semherî), Riyad: Daru Belensiyeti’r-Riyad 1995.] kaleme almıştır. İbn Kayyım, Şifâ’ü’l-‘alîl fî mesâ’ili’kadâ’ ve’l-kader ve’l-hikme ve’t-ta‘lîl, Beyrut ts., s. 435. İbn Kayyım, Şifâ’ü’l-‘alîl’inde de Hâdî’l-ervâh’taki görüşlerini benzer bir tarzda aktarmaktadır: Şifâ’ü’l-‘alîl, s. 416-436. Her iki eser arasında bu konu bağlamında önemli sayılacak bir fark mevcut değildir. (Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 18, Sayı: 1, 2009. s.532)
Mehmed Şevket Eygi diyor ki:
"Müslüman halkın bir kısmının kafası allak bullak. Doğrusu çok üzücü, çok kahr edici, çok düşündürücü bir haldeyiz. Sahte müctehidler, bid'adçiler şazz fikir ve görüşlerle halkın zihinlerini karıştırıyor. Şazz "Kaide (kural) dışı olan, istisna teşkil eden, genel görüşten ayrı olan" demektir. Bu şazz fikir ve görüşlerden biri de İbn Teymiyye'nin ortaya attığı "Cehennemin ebedî olmadığı" iddiasıdır. Bu iddia Kur'ân'ın açık ayetlerine, Sünnete, icmâ-i ümmete, cumhur-i ulemânın görüşüne aykırıdır. İbn Teymiyye'nin bu konudaki aykırı görüşü ictihad değil, kuruntudan ibarettir." (Milli Gazete, 30 Ekim 2009)
Ömer Nasuhi Bilmen diyor ki:
"Filhakika İbni Teymiyye bazı itikadî ve amelî mes'elelerde büyük müctehidlere hatta sahabeye muhalefet etmiş; bu hususta hakka isabet edemediği birçok alimlerin tenkidleri ile sübut bulmuştur. Ulemadan bazılarına göre İbni Teymiyye mücessimedendir. Yani Allahü teâlânın bir cihette bulunduğuna, Arş-ı â'lânın nevîi itibariyle kadîm olduğuna kaani, kabirleri ziyarete muhalif, bir mecliste üç talâkla boşanan kadının ancak bir defa boş olacağına kaaildir...İlk zamanlar Celâl Kaznivî, Konevî ve Cerîrî gibi birçok ulema İbni Teymiyye'yi pek ziyade medh-ü senada bulunmuşlar ve adeta onun hizbini teşkil etmişlerse de, onun te'vil götürmez sözü karşısında birer birer kendisinden yüz çevirmişlerdir. Hatta Zehebî kendisine nasihatta bulunmuş, bir müddet muhalifleriyle aralarını düzeltmeye çalışmış, neticede o da kendisinden bir hayli inhiraf etmiştir." (Ahmed Davudoğlu'ndan naklen: Bkz. Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri, 5. Baskı, Huzur Yayınevi, İstanbul 1989, sayfa 47.)
Ali Eren diyor ki:
İbni Teymiyye’nin ihdas ettiği Ehl-i Sünnet’e ters düşen nice meseleler var ki, Asr-ı Saaadet’ten sonra 8 asır boyunca kimse bu meseleleri ortaya atmamıştır. Îbni Teymiyye, bu aykırı tavrıyla sadece bir mezhebi hedef almamış Ehl-i Sünnet’in tamamına ters düşmüştür. Ters düştü demek bile meseleyi hafife almak olur. Çünkü o, ters düşmek şöyle dursun, Eş’arî ve Mâtüridî itikâdına sahip bütün müslümanları sapıklar zümresi olarak kabul etmiştir. O, Ehl-i Sünnet itikadına sahip olan müslümanların icmâ halinde kabul ettiği meseleleri sapıklık kabul ederek, en ileri sapıklık derecesine kendisi ulaşmıştır. Ibni Teymiyye sadece itikad imamlarına dil uzatmamış, kendisini Asr-ı Saâdet’den kendi zamanına kadar gelip geçen bu ümmetin tamamının imamı gibi görmüş ve bu ümmetin zihninde mûtenâ bir makama sahip olan sofi, âbid-zâhid ve velileri tekfîre kadar gitmiştir. İslam âlimlerine hakaret nazarıyla bakmakta bir mahzur görmezken kendisini de Allah Resûlü’nün sözlerini ve sâlihlerin hayat tarzını en iyi anlayan kişi olarak görmüştür. İbni Teymiyye’nin en çok aleyhinde bulunduğu âlimler, ilim ve amelde en ileri olan âlimlerdir. Hangi imam daha çok şöhrete, ilim ve amele sahip, tahkik ve tetkiki geniş ve ümmetin ekseriyeti tarafından biliniyor ve üstünlüğü kabul ediliyorsa, İbni Teymiyye ona daha çok düşman olmuş, ona daha çok saldırmış, maalesef o zat İbni Teymiyye’nin en acı tenkidine maruz kalmaktan kurtulamamıştır. Ne var ki, her şeyin bir alıcısı olacağından bu tînette bulunan bir kişinin peşinden gidenler de elbette bulunacaktır ve olmuştur. (Guraba Dergisi, No: 9, Aralık 2008)
Mehmed Şevket Eygi diyor ki:
"Müslüman halkın bir kısmının kafası allak bullak. Doğrusu çok üzücü, çok kahr edici, çok düşündürücü bir haldeyiz. Sahte müctehidler, bid'adçiler şazz fikir ve görüşlerle halkın zihinlerini karıştırıyor. Şazz "Kaide (kural) dışı olan, istisna teşkil eden, genel görüşten ayrı olan" demektir. Bu şazz fikir ve görüşlerden biri de İbn Teymiyye'nin ortaya attığı "Cehennemin ebedî olmadığı" iddiasıdır. Bu iddia Kur'ân'ın açık ayetlerine, Sünnete, icmâ-i ümmete, cumhur-i ulemânın görüşüne aykırıdır. İbn Teymiyye'nin bu konudaki aykırı görüşü ictihad değil, kuruntudan ibarettir." (Milli Gazete, 30 Ekim 2009)
Ömer Nasuhi Bilmen diyor ki:
"Filhakika İbni Teymiyye bazı itikadî ve amelî mes'elelerde büyük müctehidlere hatta sahabeye muhalefet etmiş; bu hususta hakka isabet edemediği birçok alimlerin tenkidleri ile sübut bulmuştur. Ulemadan bazılarına göre İbni Teymiyye mücessimedendir. Yani Allahü teâlânın bir cihette bulunduğuna, Arş-ı â'lânın nevîi itibariyle kadîm olduğuna kaani, kabirleri ziyarete muhalif, bir mecliste üç talâkla boşanan kadının ancak bir defa boş olacağına kaaildir...İlk zamanlar Celâl Kaznivî, Konevî ve Cerîrî gibi birçok ulema İbni Teymiyye'yi pek ziyade medh-ü senada bulunmuşlar ve adeta onun hizbini teşkil etmişlerse de, onun te'vil götürmez sözü karşısında birer birer kendisinden yüz çevirmişlerdir. Hatta Zehebî kendisine nasihatta bulunmuş, bir müddet muhalifleriyle aralarını düzeltmeye çalışmış, neticede o da kendisinden bir hayli inhiraf etmiştir." (Ahmed Davudoğlu'ndan naklen: Bkz. Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri, 5. Baskı, Huzur Yayınevi, İstanbul 1989, sayfa 47.)
Ali Eren diyor ki:
İbni Teymiyye’nin ihdas ettiği Ehl-i Sünnet’e ters düşen nice meseleler var ki, Asr-ı Saaadet’ten sonra 8 asır boyunca kimse bu meseleleri ortaya atmamıştır. Îbni Teymiyye, bu aykırı tavrıyla sadece bir mezhebi hedef almamış Ehl-i Sünnet’in tamamına ters düşmüştür. Ters düştü demek bile meseleyi hafife almak olur. Çünkü o, ters düşmek şöyle dursun, Eş’arî ve Mâtüridî itikâdına sahip bütün müslümanları sapıklar zümresi olarak kabul etmiştir. O, Ehl-i Sünnet itikadına sahip olan müslümanların icmâ halinde kabul ettiği meseleleri sapıklık kabul ederek, en ileri sapıklık derecesine kendisi ulaşmıştır. Ibni Teymiyye sadece itikad imamlarına dil uzatmamış, kendisini Asr-ı Saâdet’den kendi zamanına kadar gelip geçen bu ümmetin tamamının imamı gibi görmüş ve bu ümmetin zihninde mûtenâ bir makama sahip olan sofi, âbid-zâhid ve velileri tekfîre kadar gitmiştir. İslam âlimlerine hakaret nazarıyla bakmakta bir mahzur görmezken kendisini de Allah Resûlü’nün sözlerini ve sâlihlerin hayat tarzını en iyi anlayan kişi olarak görmüştür. İbni Teymiyye’nin en çok aleyhinde bulunduğu âlimler, ilim ve amelde en ileri olan âlimlerdir. Hangi imam daha çok şöhrete, ilim ve amele sahip, tahkik ve tetkiki geniş ve ümmetin ekseriyeti tarafından biliniyor ve üstünlüğü kabul ediliyorsa, İbni Teymiyye ona daha çok düşman olmuş, ona daha çok saldırmış, maalesef o zat İbni Teymiyye’nin en acı tenkidine maruz kalmaktan kurtulamamıştır. Ne var ki, her şeyin bir alıcısı olacağından bu tînette bulunan bir kişinin peşinden gidenler de elbette bulunacaktır ve olmuştur. (Guraba Dergisi, No: 9, Aralık 2008)
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil diyor ki:
"İbni Teymiye, zamanında iki Müslüman devletin arasını açtığı
gibi sonrasında da fikirleri İslam dünyasını korkunç bölünme ve parçalanmalara
itti. Osmanlı Devleti içinde en büyük yarayı açan Vehhabi hareketi ondan
etkilendi. Vehhabiler, Ehl-i Sünnetin hamisi ve yayıcısı Osmanlı Devleti’ne
vurup zayıflatırlarken İngilizlerle gönül birliği içinde hareket ediyorlardı." (Türkiye Gazetesi, 6 Mayıs 2022)
Ezher Üniversitesi âlimlerinden ve “Tathîr-ül-Fuâd min denis-il-i’tikâd” adlı eserin sâhibi Muhammed Bahît el-Mutiî, Takıyyüddîn Sübkî’nin yazmış olduğu “Şifâ-üs-sikâm fî ziyâreti hayr-il-enâm” adlı eseri tanıtırken şöyle demektedir:
"Bu asırda İbn-i Teymiyye’nin bozuk sözlerini taklid eden ba’zı kimseler çıkıp, müslümanlar arasında bunları yaymaya, hattâ bunun için onun Vâsıta adlı eserini basdırıp neşretmeye başladılar. Vâsıta denilen bu kitap; Kitap, sünnet ve müslümanların akîdelerine ters düşen, İbn-i Teymiyye’nin ortaya çıkardığı bid’atleri ihtivâ etmektedir. Bu kimseler, bu hareketleri ile, uyumakta olan bir fitneyi uyandırdılar."
Muhammed Yusuf Benurî, m. 1963'de Pakistan'da neşrettiği Me’ârif-üs-sünen kitabının (bu kitap Sünen-i Tirmizî'nin bir şerhidir) 6. cildinin 149. sayfasında şöyle diyor:
"İbni Teymiyye, birçok üsûl ve fürû’ meselesinde Ehl-i sünnet alimlerinden ayrılmış, asrının alimleri ve sonra gelenler, onu red etmişlerdir."
Hazırlayan: Murat Yazıcı
Son değişiklik: 6 Mayıs 2022
"Bu asırda İbn-i Teymiyye’nin bozuk sözlerini taklid eden ba’zı kimseler çıkıp, müslümanlar arasında bunları yaymaya, hattâ bunun için onun Vâsıta adlı eserini basdırıp neşretmeye başladılar. Vâsıta denilen bu kitap; Kitap, sünnet ve müslümanların akîdelerine ters düşen, İbn-i Teymiyye’nin ortaya çıkardığı bid’atleri ihtivâ etmektedir. Bu kimseler, bu hareketleri ile, uyumakta olan bir fitneyi uyandırdılar."
Muhammed Yusuf Benurî, m. 1963'de Pakistan'da neşrettiği Me’ârif-üs-sünen kitabının (bu kitap Sünen-i Tirmizî'nin bir şerhidir) 6. cildinin 149. sayfasında şöyle diyor:
"İbni Teymiyye, birçok üsûl ve fürû’ meselesinde Ehl-i sünnet alimlerinden ayrılmış, asrının alimleri ve sonra gelenler, onu red etmişlerdir."
Hazırlayan: Murat Yazıcı
Son değişiklik: 6 Mayıs 2022