Ehl-i Sünnet Müdafaası

Ehl-i Sünnet Müdafaası

Bu sayfayı hazırlamaktaki maksadım "Ehl-i sünnetin müdafaası" için bir bilgi ve belge bankası meydana getirmektir. Faydalı olacağı ümidi ile başladım. Allahü teâlâ hâlis niyet, hayırlı netice ve muvaffakıyet nasib etsin. Bu sayfayı ziyaret eden kardeşlerimden hayır dualarını istirham ederim. (Daha fazla bilgi için sayfanın altına bakınız.)

Tüm Yazılar

23 Aralık 2014 Salı

Sapık iftiralar.org Sitesinden Kendi Kalesine Gol

Fethullah Gülen taraftarlarının hazırladığı anlaşılan "iftiralar.org" diye bir site gördüm. Siteye biraz göz gezdirdim ve gördüm ki, birçok mezhebsizi, reformcuyu, sapık şahısları övüyorlar ve müdafaa ediyorlar.

Şimdi bakın bu "iftiralar.org" sitesinde ne yazıyor (bu yazı 23/12/2014 tarihi itibariyle hâlâ orada duruyordu):

"Soru: ... hoca, Abduh ve Reşid Rıza´nın mason ve ehli sünnet düşmanı olduğunu söylüyor. Ancak Hayrettin Karaman hoca bu isimlerin mason olmadığını,hatta masonluk aleyhinde yazılar yazdıklarını söylüyor. Asıl gerçek hangisidir? Cevap: Değerli kardeşimiz; Hayrettin Karaman güvenilir ve sözüne itibar edilir bir hocadır."














Hemen şunu not edelim: Efgani ve Abduh masondur; ancak elimizdeki kaynaklara göre R. Rıza mason olmamıştır. Bu kişiler hakkında bilgi için blogumda "Masonluk" ve "Reformcular" etiketli yazılara bakabilirsiniz. H. Karaman'ın da nasıl bir şahıs olduğu hakkında bilgi için lütfen şu yazılara göz gezdiriniz:


Şimdi bu Haşhaşîler madem H. Karaman'ı "güvenilir ve sözüne itibar edilir" olarak görüyorlar, Karaman'ın onlar hakkında yazdıklarını burada vermek münasip düşecek:


"Diyelim ki bir partiye mensup bazı yetkili şahısların yolsuzluk yaptıklarına muttali oldunuz; eğer maksadınız “yolsuzluklara karşı mücadele” ise takip etmeniz gereken yol şu değil midir: Önce ithamın sağlam delillere dayanıp dayanmadığı kontrol edilir. Sağlam delillere dayanıyorsa amirlerine duyurulur. Amirler bir şey yapmazlarsa vakit kaybetmeden -ki, vakit kaybetmek mağdurun veya devletin zarar görmesi demektir- yolsuzluk, ilgili yargı mercilerine delilleriyle iletilir. Bütün bunları yapmak yerine içeri sokulmuş casuslar kanalıyla elde edilen, doğrusu ile yalanı ve yanlışı birbirine karıştırılmış bilgilerden dosyalar oluşturmak, bu dosyaları bekletmek, iktidardan umulan menfaat elde edilemeyince bu dosyaları şantaj aracı olarak kullanmak ve usule aykırı olarak yargıya taşımaya, medyaya vermeye, sahte algı oluşturmaya çalışmak nedir? Ahlaksızlıktır, günahtır, rezilliktir." (H. Karaman, 11/12/2014, Yeni Şafak)

Görülüyor ki, haşhaşîlerin yaptıkları hakkında H. Karaman "ahlâksızlık, günah, rezillik" diyor ki, doğrudur. Neticede, bozuk bir saat bile günde iki kere doğru vakti gösterir.

Murat Yazıcı

21 Aralık 2014 Pazar

Sandalyede Namaz Olmaz

Camileri yavaş yavaş kiliseye benzetiyorlar. Bu açık ve çirkin bir bid'attir. Diyanet bu çirkinliğe mani olmalıdır.














Camilere sandalye, sıra konulması İslâm düşmanlarının arzu ettiği bir şeydir. Tek Parti diktası zamanında bu yönde çalışmalar yapıldığını şurada belgelemiştim:

http://tarihihakikatlar.blogspot.com.tr/2014/12/turkiyede-dinde-reform-tesebbusleri.html

Önemine binaen, bir sayfasını burada da verelim:















Camilere sandalye sokanlar ve Türkçe hutbe okunmasına razı olanlar, kimlerin peşinde olduklarını iyi düşünmelidir. Lütfen şu yazıya da bakınız:

http://muratyazici.blogspot.com.tr/2009/11/ilk-turkce-hutbe.html

Murat Yazıcı

17 Aralık 2014 Çarşamba

Abdülaziz Bayındır'dan Zırvalar-2

Fazla yorum yapmadan iki video paylaşacağım.



Şimdi kısa bir yorum ekleyelim:

Bu adam gerçekten câhildir. Lise seviyesinde dahi fizik bilmemektedir. Işık, optik, atmosfer, madde... bu mefhumlar bu adamda yoktur. Bir de kendi cehâletini ve zekâsızlığını Kur'an-ı kerime atfediyor. Bu gibi tipler Kur'an-ı kerimi yanlış ve câhilce yorumladığı için, fen bilgilerini iyi bilen gençlerin dinsiz olmasına sebep olurlar.

Bu kişinin bazı hezeyanlarını daha evvel ele almıştık:

http://muratyazici.blogspot.com.tr/2010/09/abdulaziz-bayndrdan-zrvalar.html

Murat Yazıcı

3 Aralık 2014 Çarşamba

Allahü teâlâya Yön İsnad Edenler Kâfirdir

Molla Aliyyülkârî Mirkat el-Mefatih'de (1994 baskısı, 3:300) der ki:

"Halefin [sonradan gelen âlimlerin] yanı sıra, onlardan [Seleften] bir grup âlimin tamamı dediler ki: Allahü teâlânın belli bir fizikî yönde olduğuna inanan kâfirdir. Bunu açıkça ifade eden Hâfız el-Irâkî, İmam Ebû Hanife'nin, İmam Mâlik'in, İmam el-Şâfiî'nin, İmam el-Eşarî'nin ve el-Bakıllânî'nin sözünün [duruşunun] bu olduğunu söylemiştir."




 

21 Kasım 2014 Cuma

M. Salih Ekinci'nin Bazı Zındıkları Övmesine Cevap

"M. Salih Ekinci Hocaefendi" diye bahsedilen bir şahsın bir sohbetini okudum. Mezkur sohbette birçok arıza ve hata varsa da, iki meşhur reformcu hakkında söyledikleri gerçekten hayret vericidir. Demiş ki:

"[Muhammed Abduh, Reşit Rıza:] Bunlar büyük âlimler, büyük muhakkikler, İslam'a büyük hizmet veren insanlardandır. Bazı hataları olmuştur. Avrupa'ya karşı hayranlık ve onun bilimine boyun eğme gibi. Bundan dolayı birçok önemli meselelerde yanılmışlardır. Ama yanıldıkları bu meselelerdeki hataları kısa bir zaman sonra âlimler beyan etmişler, cevaplarını vermişlerdir. Fakat İslami uyanışta bu insanların büyük rolleri vardır. Hatalarının önü kapatılmıştır. Gayretlerinin eseri ise şimdi hâlâ devam ediyor. Şimdi hâlâ devam ediyor, kıyamete kadar devam edecektir. Bu insanlar başka bir şeyle itham ediliyorlar; Masonluk. Bu zatların, evet masonların cemiyetine kaydoldukları sabittir. Ama o zamanlar masonluğun neden ibaret olduğu, gayesinin neden ibaret olduğu bilinmiyor. Kendileri de bilmiyordu. Masonların o zamanki sloganları şöyleydi; "masonların gayesi insanlığa hizmettir." İnsanlar da o zaman bunları böyle algılamışlar. O vakit masonluğun hakikati belli değildi. Kimse bilmezdi, gizli idi, hafi idi. Onlar da "madem bu cemiyetin gayesi insanlığa hizmettir. O zaman müslümanlar ve İslam âlimleri bu işte önder olmaları gerekir" düşüncesi ile bu işe girmişlerdi. Ama masonluğun neden ibaret olduğunu gördüklerinde, hemen ayrılmışlardır. Evet, bu cemiyete katılmışlar, ama mason değillerdir. [Soru:] -Reşid Rıza'nın Menar Tefsiri nasıl? -Güzel tefsirlerden biridir."

Kaynak: M.SALİH EKİNCİ HOCAEFENDİ İLE HALEF VE SELEF ULEMAMIZ ÜZERİNE–2 başlıklı sohbet.

Salih Ekinci'den iktibas burada bitti.

Eğer sohbet sırasında bir yanlış anlama yüzünden isimleri karıştırmadıysa, M. Salih Ekinci'nin bu konu hakkında oldukça bilgisiz olduğu neticesi ortaya çıkıyor: Abduh ve R. Rıza'nın mason olduklarını söylemiş. Tarihçilere ve konunun uzmanlarına göre, Efgani ve Abduh masondur; ancak Reşid Rıza'nın mason olduğuna dair bir bilgi mevcut değildir. Hatta R. Rıza, üstadlarının mason olduğunu itiraf etmiştir. Reşid Rıza'nın kullandığı başlık şudur:

"Üstazımız ve İmamımızın Masonluğa Girişi" (el-Üstaz'ül-İmam, R. Rıza ve Menar Dergisi II./401. sayı. Bkz. Hasib es–Samarrai'nin doktora tezi)

Salih Ekinci diyor ki: "Ama o zamanlar masonluğun neden ibaret olduğu, gayesinin neden ibaret olduğu bilinmiyor. Kendileri de bilmiyordu."

Halbuki, konunun uzmanlarından Dr. Muhammed Reşad şöyle yazıyor:

"Efganî'nin devrinde Masonluk pek a'lâ biliniyordu. O devirde Masonluğun reddi hakkında kaleme alınmış risâleler, devlet ricâlinin ve ulemânın beyânları buna delildir. Bu hususdaki sayısız vesika ortada iken bu iddianın nasıl ortaya atılabildiğine hayret etmek lazım. Binaenaleyh, Efganî'nin bilmeden Mason olması bahis mevzuu olamaz." (Cemâleddin Efganî'nin Gerçek Yüzü, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1997; s. 20)

Yine Salih Ekinci diyor ki: "Ama masonluğun neden ibaret olduğunu gördüklerinde, hemen ayrılmışlardır. Evet, bu cemiyete katılmışlar, ama mason değillerdir."

Doğrusunu yine Dr. Muhammed Reşad'dan nakledelim:

"Efganî bir locaya değil, pek çok localara mensubdur. Bir locadan kovulduğu veya istifa ettiğine dair rivayet, bu itibarla onu tezkiye etmeğe kâfi değildir. Hatta, Efganî'nin istifa ettiğine dair Abduh ve Reşid Rıza'nın beyanları, bilâhere Reislik  yapdığı "Grand Orient" locasına ait vesâik nazara alınınca aleyhinde delil hükmüne geçer." (a.g.e. s. 21)

Aynı hususa, "Türkiyeli Masonlar Efganî "Kardeş"e Sahip Çıktı" başlıklı makalesinde Yusuf Hanif de temas etmektedir (bkz. Ehl-i Sünneti Müdafaa ve Bid'atleri Tenkid, Bedir Yayınevi, s.459-460.) İlgili sayfayı burada tekrar verelim (bkz. 3 numaralı dipnot):


Şimdi, Reşid Rıza hakkında Ezher'de doktora yapmış olan Dr. Hasib es-Samarrai'nin tezinden birkaç satır okuyalım:

"Ulemanın tefsirdeki tavır ve tutumuna ters düşen Menar tefsiri de, rey ile tefsir olup [rey ve akla dayalı tefsiri, nakil ve esere dayalı tefsire tercih ettiği için] merduddur... Reşid Rıza bu tefsirine ne dercetti ise, ilhamını üstadı Abduh'tan almıştır... Abduh indi yorum ve tefsir yapmakta ve melekleri tabiat kuvveti, şeytanı yeryüzüne yayılmış şer kuvvetler, cinleri ise zararlı mikroplardır diye ifade eder. Reşid Rıza da üstadının bu görüşünü naklettikten sonra, bu görüşü benimsemeyi reddeden bir dini nass'ın olmadığını kaydeder (Menar Tefsiri: I/268). Bu te'vil tarzı ve aklı zorlıyarak satırların altından manalar aramalar ve ille de her şeyi müsbet ilim denilen deneylere bağlayıp, maddeci zihniyetle izah, müsteşrik tabiatıdır. Ona danışırlarsa, gayri müslimleri yani maddecileri bu te'villerle İslama ısındıracağını iddia eder! ... (Menar Tefsiri, I/274) Bu metod ve tavır maddeci Batı'nın, Reşid Rıza ve ıslahatçı ekolüne aşılayıp kabul ettirdikleri duyumsal metoddur ki, vahyi bir yana itmekten ibarettir. ..." (Dr. Hasib es-Samarrai, Mezhepsizler, Türkçesi: Ali Nar ve Sami Özbay, Bilge Yayınları, İstanbul, 1981, s.63-64)

Guraba Dergisi'ndeki bir makalede deniyor ki:

"İçlerindeki âyet ve hadîsler ile hakîkî âlimlere âid sözler çıkarılırsa, günümüzdeki piyasa yapan her türlü inhirâfların, onları yumurtlayan zındıklıkların ve pisliklerinin kaynağının, galerisinin Menâr Tefsîri ile Menâr mecmûaları olduğu görülecektir. İslâm’da bilinen manasıyla Cin ve Şeytanların olup olmadığı, Îsâ aleyhisselâm’ın nüzûlünün olup olmayacağı, İslâm’ın ve Kur’ân’ın geçmiş Şerîatları ve Tevrât ile İncîl’i nesh edip etmediği, Sünnet’in Şer’î bir hüccet olmadığı (Mason biraderlerin idâresinde çıkan Menar Mecmuâsındaki Doktor Sıdkı kâfirinin makalesi), İslâm Mezheblerinin bir yana fırlatıldığı, Müctehid imâmların birer köylü Mehmed ağa derekesine düşürüldüğü ve daha niceleri…" (bkz. 9. sayı, "Karaman Batıllarında Neden Hala Israr Ediyor")

İşte Salih Ekinci bu tefsir hakkında "güzel tefsirlerden biridir" diyor!

Bahis konusu Reşid Rıza'nın nasıl birisi olduğunun biraz daha anlaşılması için, bir bilgi daha nakledelim. Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara diyor ki:

"[Bir Suudi Devlet kurumu olan] İdare'nin sorumluluğundaki diğer bir görev olan kitap basım işinin başlangıcı da 1920'li yıllara dayanmaktadır. Basımlarının büyük bölümünü, İbni Suud'un maddi desteğiyle Muhammed Reşid Rıza üstlenmiştir. Bu kitaplar Kahire'deki ona ait Menar Matbaası'nda basıldı. 1927'de İbn Abdülvehhab'ın Tevhid ve Keşfü'ş-Şubuhat gibi risaleleri bastırılarak dini ilimler tahsil eden öğrencilere parasız olarak dağıtıldı." (İhvan'dan Cüheyman'a Suudi Arabistan ve Vehhabîlik, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004; s. 144.)

Bu şahıs hakkında "İslâm'a büyük hizmet vermiş büyük muhakkik âlim" demek gerçekten büyük sorumsuzlukdur.

Sonra Salih Ekinci diyor ki: "Fakat İslami uyanışta bu insanların büyük rolleri vardır. Hatalarının önü kapatılmıştır. Gayretlerinin eseri ise şimdi hâlâ devam ediyor. Şimdi hâlâ devam ediyor, kıyamete kadar devam edecektir."

Ekinci'nin "hatalarının önü kapatılmıştır" şeklindeki sözünün de yanlış olduğunu ispat eden çok sayıda hakikat karşımızda durmaktadır. Efganî, Abduh ve Reşid Rıza üçlüsünün zararlı tesirlerinin bugün dahi artarak devam ettiği iyi bilinen bir husustur. Bu husus hakkında detaylı bilgi sahibi olmak isteyenlerin, Dr. Muhammed Reşad'ın "Cemâleddin Efganî'nin Gerçek Yüzü" isimli kitabdaki makalesini okumalarını önemle tavsiye ediyorum. Misal olarak birkaç pasaj aktaralım:

"İsâ aleyhisselâmın hayatdâr olarak göğe çekilmesi mucizesiyle alâkadar olmak üzere M. Abduh-Reşid Rıza taifesinin inkârına Seyyid Kutub'un da tarafdar çıkması pek hazindir." (s. 14, dipnot: 3)

"[Efganî'nin etkisi altında kalanlara misâl olarak,] Türkiyeli muharrirler arasında başta Hayreddin Karaman olmak üzere Yaşar Nuri Öztürk, ilahiyyatlı güruhundan çokları, Mustafa İslamoğlu, Yaşar Kaplan gibi zevât sayılabilir." (s. 15)

"Hâl-i hazırda, mezhebsiz kimselerin te'lif ve tercemelerinin Müslümanların efkâr-ı umûmiyyesini neredeyse işgal etdigi, pek hâzin bir vakıâdır ve mutlak sûretde Ehl-i sünnet mensublarının bu sapık cereyâna karşı gayrete gelmesi lâzımdır." (s.16)

Mehmed Şevket Eygi Bey şunları yazıyor:

"Reformcular Cemaleddin Afganî'yi de büyük bir İslam önderi ve rehberi olarak gösterirler ve Ehl-i Tevhid'in kurtuluş ve selametini bu zatın eteğine yapışmakta görürler. ...Bugün İslam aleminde görülen, Kitabullah'ın ve Resûl Sünnetinin ruhuna muhalif nice olumsuz iş ve davranışta Afganî'nin tuzu biberi vardır. Afganî'ci reformcular, onun talebesi ve halefi Muhammed Abduh'u da göklere çıkarttılar. Abduh da mason ve reformcudur. Onun talebesi Menarcı Reşid Rıza da bozuk fikirli ve yanlış görüşlü bir kimsedir. Afganî, Abduh ve Reşid Rıza üç bacaklı bir şer sacayağıdır. Bin dört yüz yıl boyunca İslam dünyasından nice Ehl-i Sünnet müctehidleri, büyük fakihler, velîler, kâmil mürşidler, âmil ve râsih âlimler, imamlar, rehberler çıkmıştır. Müslümanların bu nurlu kafileyi bırakıp da Afganî ve tilmizleri gibi birkaç sarıklı masonun peşine düşmesini isteyenlerde akıl mı yoktur, yoksa hüsnüniyet mi?" (İnkişaf Dergisi, No: 2)

Not: Bu makaleye ilaveler yapmaya niyetliyim.

Murat Yazıcı

1 Kasım 2014 Cumartesi

Ebubekir Sifil'in Müzik Hakkındaki Yazıları Yanıltıcıdır

Ebubekir Sifil Hoca seneler önce Millî Gazete'de müzik hakkında birkaç makale yazmıştı (26-27-28 Kasım 2005). Bu yazılarında ciddî bazı hatalar gözüme çarptı. Bahis konusu hataların hepsini tek tek ele almak uzun süreceği için, burada sadece birkaç meseleye temas edeceğim.

Sifil Hoca makalelerinden birinde şöyle demektedir:

“Merhum Ahmed Davudoğlu hoca, müzik dinlemenin dört mezhebe göre hükmünü Sahîhu Müslim'e yazdığı şerhte[1] oldukça güzel bir şekilde özetlemiştir. Buna göre mezheplerin konu hakkındaki hükümleri şöyledir: Hanefîler'e göre: Haram olan teganni, sağ olan muayyen bir kadını tavsif, içkiyi ve meyhaneleri meth, müslümanı hiciv gibi gayri meşru hususları anlatan şiirleri yanık sesle okumaktır… Şafiiler'e göre: İmam eş-Şâfi'î'nin şarkı okumayı kerih (çirkin) gördüğü nakledilmişse de, İmam el-Gazzâlî bu rivayeti batıla benzetmiş, söz konusu hükümle, sadece müziğin yasak olan kısmını kasdettiğini söylemiştir. Mâlikîler'e göre: İmam el-Gazzâlî'nin naklettiğine göre İmam eş-Şâfi'î, "Ben Hicaz ulemasından, şarkı söylemeyi kerih gören kimse bilmiyorum" demiştir. Özellikle nikâhı ilan etmek için kullanılan def, davul, kaval, zurna gibi müzik aletleri, lehviyyat (günaha kaçan eğlence) sınırına vardırmamak şartıyla kullanılabilir. Hanbelîler'e göre: Ud, keman, davul, zurna gibi şeyler haramdır. B:u aletlerden birinin bulunduğu bir düğüne davet edilen kimsenin, bu davete icabet etmesi mübah değildir. Konu hakkında daha detaylı bilgi edinmek isteyenler, İmam el-Gazzâlî'nin İhyâ'sı[2] ile es-Sühreverdî'nin Avârif'ine[3] bakabilirler……[1] Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, V, 33 vd. [2] İhyâu Ulûmi'd-Dîn, II, 266 vd. [3] Avârifu'l-Ma'ârif, 173 vd.; Krş. Dr. Dilaver Selvi çevirisi, 219 vd.” (Millî Gazete, 27 Kasım 2005)

Bu fakir, İmam-ı Gazâlî’nin (rahmetullahi teâlâ aleyh) kitaplarını tedkik ettim. İmam-ı Gazâlî’nin verdiği bilgiler Sn. Sifil’in sözlerine uymamaktadır. Mesela,

“Şafii Adabü’l-Kaza adli kitabında şöyle der: (Teganni batıla benzeyen mekruh bir oyundur. Buna fazla devam eden ahmaktır ve şehadeti merduttur.)” (İhya, c.2, s.677)

“İmam Şafiiye gelince: Aslında onun mezhebinde teganni haram değildir. Zira İmam Şafii Adabü’l-Kaza Mine’l-Ümm adlı kitabında tasrih etmiştir ve, teganniyi geçim sanatı yapan kimsenin şehadeti kabul değildir demiştir. Zira her ne kadar açık bir haram değilse de, batıla benzeyen mekruh bir oyundur. Onu meslek edinen mürüvvetsiz ve sefih kimsedir.” (İhya, c.2, s.704)

Benzer bir ifade İmam-ı Gazâlî’nin başka bir eserinde de mevcut:

“İmam Şafii Adabü’l-Kaza adli kitabında şöyle der: (Şarkı söylemek batıla benzeyen mekruh bir eğlencedir. Onunla çok meşgul olan sefihtir. Şahitliği kabul edilmez.)” (Mükaşefetü´l Kulub/İlahi Nizam, Uyanış Yayınevi, s.656)

Aynı kitabın başka bir tercümesinde de şu ifade var:

“İmâm-i Şafii «Adâb-Ül Kaza» adlı eserinde «Şarkı söylemek bâtıla yakın, mekruh bir eğlencedir. Onun ile çok meşgul olan, şahidliği kabul edilmez bir sefihdir» buyurur.” (Kalplerin Keşfi, Bedir Yayınevi)

E. Sifil'in atıfta bulunduğu ve okuyucularına tavsiye ettiği Avârifü’l-Mearif tercümesinde de böyle yazıyor:

“İmam Şafii’nin (rah) Kitabu’l-Kada’da şöyle dediği nakledilmiştir: (Şarkı; batıla benzeyen mekruh bir eğlencedir. Kim teganniyi çoğaltırsa, o, sefih bir insandır; şehadeti kabul edilmez.)” (Avârifü’l-Mearif, tercüme eden: Dr. Dilaver Selvi, Semerkand Yayınevi, 2005; s.239)

Görüldüğü gibi İmam-ı Gazâlî, İmam-ı Şafi’î’den gelen rivayeti batıla benzetmiş değildir! E. Sifil’in okuyucularına referans olarak gösterdiği iki eserin (İhya ve Avârif) konuyla ilgili kısımlarını tamamen okumadığı gerçeği açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. 

Bu yazımı okuyanlar şöyle düşünebilir: Burada bahis konusu olan İmam-ı Şafi’î’den gelen rivayet nihayet iki cümledir ve E. Sifil bunları hızlı okuyup gözünden kaçırmış veya okuyup da unutmuş olabilir. Halbuki, İmam-ı Şafi’î’den gelen rivayet İhya’da en az iki yerde tekrar ediliyor (c.2, s.677 ve s.704). Üstelik, İmam-ı Gazâlî bu rivayet hakkında neredeyse iki sayfa açıklama yapıyor! (Bkz. İhya, c.2, s.704’ün üstünden başlayıp, s.705’in ortasına kadar.) E. Sifil, İhya’daki sema bahsini tamamen okumuş olsaydı, sayfa 704-705’de yazılanları mutlaka görürdü. Üstelik aynı lafız tavsiye ettiği diğer kaynakta, yani Avârif’de de mevcuttur.

Bir misal daha verelim. E. Sifil Hoca diyor ki:

”Mâlikîler'e göre: İmam el-Gazzâlî'nin naklettiğine göre İmam eş-Şâfi'î, "Ben Hicaz ulemasından, şarkı söylemeyi kerih gören kimse bilmiyorum" demiştir.”

E. Sifil'in naklettiği bu bilgi de İmam-ı Gazâlî hazretlerinin yazısına uymamaktadır. İhya’da Sema bahsinin hemen başında şu cümleyi görüyoruz:

“İmam Malik türkü ve şarkılardan nehyeder ve (Bir kimse bir cariye satın aldıktan sonra, şarkıcı olduğunu anlarsa, onu iade etmeye hakkı vardır.). İbrahim b. Sa’ddan başka bütün Medinelilerin görüşü de bu yoldadır.” (c.2, s.678)

Netice olarak, Sn. Sifil'in müzik hakkındaki yazılarının ve naklettiği bilgilerin tamamen doğru olmadığını, bu yazıların yanıltıcı bazı bilgiler ihtiva ettiğini söylemek zorunda kalıyoruz. 

Son olarak, bu yazının hedefinin, çok sayıda istifadeli ve kıymetli çalışmaları olan Ebubekir Sifil Hoca'yı hedef tahtasına oturtmak ve rencide etmek olmadığını vurgulamak isterim. Her ilim adamının bir ihtisas alanının olduğunu kabul ettiğimiz gibi, aynı ilim adamının ihtisası olmayan konularda yazdığı zaman bazı büyük hatalar yapabileceğini de kabul etmek durumundayız. Fıkıh meselelerinde de, -meselâ- hadislerle ilgili konularda uzmanlaşmış bir hocaya soru sormak yerine, ulemâ indinde asırlardır itibar görmüş, iyi bilinen fıkıh ve ilmihal kitaplarına müracaat etmek daha uygun bir yaklaşım olacaktır.

Murat Yazıcı

18 Ekim 2014 Cumartesi

Mehmed Âkif Efsânesi!

Aşağıdaki yazı Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci'nin bir makalesinden iktibas edilmiştir:

“Âkif Efsânesi!”

Hüzünlü bir tabiatı vardı. Midhat Cemal, “Hayatında nikbin (iyimser) olduğu günlerin yekûnu birkaç haftayı geçmez” der. Nitekim, kendi resminin altına şöyle yazmıştı: Dış yüzüm ağardıkça ağarmakta fakat/Sormayın iç yüzümün rengini: Yüzler karası/Beni kendimden utandırdı şimdi hakikat/Bana hiç benzemeyen suretimin manzarası. Bu tabiatı, eserlerine de aksetmiştir. Bir nebze bile gönüllere ferahlık verecek ifade bulunmayan şiirlerini okuyanları kasvet basar. Spora düşkündü. Hem Şark, hem Garb musikisini sever ve anlardı. Ney üflerdi. Udî Şerif Muhiddin Targan’ı çok beğenirdi. Mısır’da iken bile, plaklarını yanından eksik etmezdi...

Gelgitleri bol bir insandı. “Milletim nev-i beşerdir, vatanım rûy-i zemin” diyenlerden rahatsız olur; ama bunlarla aynı cemiyette bulunmaktan gocunmazdı. Fikret’i “Bir gün Allah’a söver; sonra bir az bol para ver; hiç utanmaz Protestanlara zangoçluk eder” diye hicveder; ama halifeye karşı beraber hareket etmekte mahzur görmezdi. “Alınız garbın ilmini, san’atını” der; ama garbın kültürü ile sanatının birbirine geçmiş olduğunu düşünmezdi. “Gidin saffet-i İslâmı Japonlarda görün” der; ama Japonların, ilim ve fen alacağız derken, nasıl garplılaştıklarından habersiz görünür. “Hele ilmiye, bayağıdan da aşağı bir turşu/Bâbı fetvâ denilen daire ümmî koğuşu” mısralarıyla ulemayı aşağılar. “Böyle âvâre düşünceyle yaşanmaz, heyhât/Mültekâ fıkhınızın nâmı, usûlün “Mir’ât”/Yaşanır, zannediyorsan, Baba Câferliksin [hapishaneliksin]” diyerek, Hanefî fıkhının esasını teşkil eden Mültekâ ve Mir’at’a hakaret eder.

“Ey bunca zamandır bizi te’dib eden Allah/Ey âlem-i İslâmı ezen, inleten Allah!/Nur istiyoruz, sen bize yangın gönderiyorsun/ Yandık diyoruz boğmaya kan gönderiyorsun/Madem ki ey adl-i ilâhi, yakacaktın/ Yaksaydın ya mel’unları, tuttun bizi yaktın/Yetmez mi musâb olduğumuz [uğradığımız] bunca devâhi [belâ]?/Ağzım kurusun yok musun adl-i ilâhi?/Yakmaz mı bu tufan bu duman gitgide Arş’ı/Hissiz mi kalır lücce-i rahmet [rahmet denizi] buna karşı?” diyerek sıfat-ı ilahîyi şüphe ile karşılar. Hatta “Cânileri, kâtilleri meydana süren sen/Cânideki, kâtildeki cür’et yine senden” diyerek şüphesini Cebrîliğe kaydırır. Öte yandan “Böyle bir şehidin mükâfatı ancak zaferdir/Vermezsen ilahi dökülen hunu hederdir” diyerek, zât-ı ilahîyi mecbur tutar.

Sözlerinde Vehhâbî tesiri sezilir: “Bu hakkı ne taştan ne de leşten istemeli?”, “Hakkın bu veli kulları taş türbeye girmez.” Modernizmin izi en çok şu iki meşhur mısraında görülür: “Doğrudan doğruya Kur’andan alıp ilhamı/Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı”; “Bu Kur’an inmemiştir, ne fal bakmak için/Ne de kabirde okumak için”. Çanakkale için yazdığı şiirdeki, “Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlı idi” mısraı, Sahâbe’nin en faziletlilerini aşağıladığı için tenkit edilir.

Mütevâzı, perhizkâr, sözünde inatla duran ve haksızlığa tahammülsüz mizacı sebebiyle çoklarında hürmet telkin ederdi. Şiiri müsabakaya sokulmadan millî marş olarak kabul edildiği için, verilen mükâfatı almamıştır. Öldüğü zaman geride bir kat elbise, bir şapka, bir mavzer, bir istiklâl madalyası, yastığı altında birkaç lira ve meşin kordonlu bir fakfon saat kaldı. İnsanlar, böyle yaşayanlara gayrı ihtiyarî hürmet duyarlar. Halbuki bazılarının nefsi, tevâzudan, fakirâne yaşamaktan beslenir. Efgânî’nin ağına düşürdüğü yegâne saf Müslüman elbette Âkif değildi; ama cemiyette oynadığı rol fazla oldu. Büyük âlim, hatta (tasavvufa uzaklığına rağmen) evliyâ olarak tanındı. Kemalistlerle sonradan ters düşer göründüğü için, geniş bir muhalif kitle tarafından (tıpkı Fevzi Çakmak gibi) sembolleştirildi. İnkılâp fırtınasından kaçanların sığınmaya çalıştığı bir liman olarak görüldü. Mekteplerde “Atatürk Köşesi”ne alternatif “Âkif Köşesi”; “Nutuk”a karşı “Safahat”... Bilen bilmeyen herkesi saran, şuursuzca bir hamasete dayalı “Âkif Efsânesi” doğdu. Buna, İbrahim Sabri, Ahmed Davudoğlu ve Kadir Mısıroğlu dışında hiç kimse itiraza cesaret edememiştir.

Kaynak: http://www.yazargundemi.com/yazi/173827/read

15 Şubat 2014 Cumartesi

Ahmed Davudoğlu: Efganî, Abduh ve Hamidullah

Ahmed Davudoğlu'nun (vefatı m. 1983) Dr.Zeki Çıkman (vefatı m. 2021) tarafından kaleme alınmış "Mi'râc ve Hamidullah: İmânımızla Oynamayınız" (Berekât Yayınevi, İstanbul, 1977) isimli esere yazdığı takdim aşağıda görülebilir. Ahmed Davudoğlu Hoca burada mühim bazı bilgiler vermektedir.

 
Not: Âlimlerimiz diyor ki: "Resulullahın aleyhissalâtu vesselâm Mekke’den Mescid-i Aksa’ya götürüldüğüne inanmayan kâfir, göklere ve bilinmeyen yerlere götürüldüğüne inanmayan ise bid'atçı [sapık] olur."

Murat Yazıcı

7 Şubat 2014 Cuma

Allahü Teâlâ Geleceği Bilmez Diyen Kâfirdir

Abdülaziz Bayındır demiş ki: "Allah kişinin kiminle evleneceğini bilmez! Allah geleceği bilmez!"

http://www.youtube.com/watch?v=X3bUMWYqn-A


(Haşa!)

İmam Birgivî rahimehullah diyor ki:

[Kaderiyye diyor ki:] "Allah her şeyi oluş anında bilebilir. Her şey oluş anında mevcud olur. Olmayan şey ise bilinmez. ..."

Sonra İmam Birgivî böyle diyenler hakkında diyor ki:

İşte böyle diyenler kıpkızıl kâfirdirler. Biz böylelerinin kadınlarıyla evlenmeyiz ve kızlarımızı da onlara vermeyiz. Cenazelerini teşyi etmeyiz.

Kaynak: Tarikat-ı Muhammediyye, Demir Kitabevi, s. 59.

Murat Yazıcı

30 Ocak 2014 Perşembe

"Kabir Ziyaretleri" Kitabı İmam Birgivî'ye Ait Değildir

İmam-ı Birgivî'ye atfedilen Ziyâretu'l-kubûr isimli kitap Türkçe'ye "Bid'at ve Müstehâb Kabir Ziyaretleri" ismiyle tercüme edilmiş ve yayınlanmış bulunuyor (Guraba Yayınları, 1997). Kitabın, İbni Teymiyye'nin talebesi ve bir kopyası olan İbni Kayyım'ın (v. 751/1350)  Iğâseti‟l-lehfân isimli kitabından istifade edilerek hazırlandığı kitabın başında ifade edilmektedir.

Son zamanlarda Vehhabîler nezdinde itibar kazanan bu kitap, 1965'te Riyad'da bastırılmış, daha sonra Türkçe'ye ve Bengal diline tercüme edilmiş. Hem Riyad baskısında, hem de bahis konusu tercümelerde kitabın yazarı olarak İmam-ı Birgivî rahimehullah gösterilmiş.

Ancak, 2010 senesinde Boğaziçi Üniversitesi'nde tamamlanmış olan bir yüksek lisans tezinde bu kitabın İmam-ı Birgivî tarafından yazılmadığı, gerçek yazarının Ahmed Rumi el-Akhisarî (vefatı h.1043/m.1633) olduğu delilleriyle ortaya konmuş bulunuyor:

Ahmet Kaylı, A critical study of Birgivi Mehmed Efendi’s (d.981/1573) works and their dissemination in manuscript form, Thesis (M.A.)-Boğaziçi University. Institute for Graduate Studies in Social Sciences, 2010.

Kitabın değişik kütübhanelerde mevcut el yazması nüshalarına bakılarak yapılan araştırmada, bu nüshaların hiç birinde İmam-ı Birgivî'nin ismi görülmemiştir. Öte yandan, Süleymaniye Kütübhanesi'nde mevcut bir nüshada (Fatih 5387, 71a-86b) kitabın Ahmed Rumi el-Akhisarî'ye ait olduğu açıkca yazılıdır.

İmam-ı Birgivî'nin bize sahih olarak ulaşmış eserlerine (meselâ, Risale-i Birgivî'ye veya Tarikat-ı Muhammediyye'ye) dikkatle bakıldığında, mücessime taifesinden olan İbni Teymiyye'den ve İbni Kayyım'dan etkilendiğine dair hiç bir işaret bulunmaz; hatta İmam-ı Birgivî'nin bahis konusu eserlerinde bu ikisinin isimleri bile geçmiyor.

Bu hususu İngilizce blogumda daha geniş olarak ele aldım:

http://ahl-al-sunna.blogspot.com.tr/2014/02/a-mis-attribution-to-imam-birgivi.html

Netice olarak, "Bid'at ve Müstehâb Kabir Ziyaretleri" isimli kitabın İmam Birgivî tarafından yazılmış olmadığı, İmam Birgivî'den takriben yarım asır sonra yaşamış olan Ahmed Rumi el-Akhisarî isminde, ilimce fazla bir şöhreti olmayan ve İbni Teymiyye'nin ve talebesi İbni Kayyım'ın Ehl-i sünnet dışı görüşlerinden etkilendiği anlaşılan bir yazar tarafından kaleme alındığı tespit edilmiş bulunuyor. Kitabın üzerinde "İmam Birgivî" ismini gören okuyucuların aldanmaması için bu gerçeğin bilinmesinde fayda vardır.

Murat Yazıcı


25 Ocak 2014 Cumartesi

İmam-ı Gazalî'nin İmam-ı a'zam Ebû Hanife Hakkındaki Sözleri

Bazı cahil ve sapık kişiler, İmam-ı Gazali'nin rahimehullah İmam-ı a'zam Ebû Hanife rahimehullah hazretlerini kötülediği yalanını yayıyorlar. Aşağıda, İmam-ı Gazali'nin kitaplarından bazı sayfaları naklediyorum. Bunlar dikkatle okunursa, kimsenin bu büyük âlimin İmam-ı a'zam'dan ancak hürmet ve övgü ile bahsetdiğinden şüphesi kalmaz.




Kaynaklar:

1. İhya tercümesi, Bedir Yayınevi, c.1, s. 75-76.
2. El-Mürşidü'l Emin tercümesi, Bedir Yayınevi, s. 22.

Hazırlayan: Murat Yazıcı

Şeyhülislam Ebussuüd Efendi Fetvalarında İstimdâd


IV. Evliya

872. Mes’ele: Zeyd, yerinden kalktıkta, yâ bir belâya giriftar ol­dukta, evliya ismin çağırsa şer'an ne lâzım olur?
Elcevap: Nesne lâzım gelmez.

873. Mes’ele: Zeyd, evliyâullahtan veya şühedâdan bir kimsenin mezarına, anlardan istimdâd için bir marîz iletip, anların ruhları için koyun kurban eyleyip, fukaraya tasadduk eylese şer'an Zeyde nesne lâzım olur mu?
Elcevap: Kurbanı Hak te'âlâ ta'zîmi üzerine eyleyip, seva­bını anların ruhlarına ihdâ edip, istimdâd ederse nesne lâzım gel­mez.

874. Mes’ele: Karaca Ahmed tekkesine hasta ve kurban ileten kimseler, "hasta anda varmakta şifâ gelir" deyu i'tikad eyleseler, şer'an o kimselere ne lâzım olur?
Elcevap: Şifâyı Hak te'âlâ hazreti cenabından bilip, Karaca Ahmedi bir abd-i sâlih i'tikâd ederse nesne yoktur.

Kaynak: M. Ertuğrul Düzdağ,  Kanuni Devri Şeyhülislamı Ebussuud Efendi Fetvaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı, Enderun Kitabevi, Istanbul 1972.

Murat Yazıcı

6 Ocak 2014 Pazartesi

Cennet ve Cehennemin Ebedî Olduğunu İnkâr Küfürdür

Mustafa İslamoğlu'nun bu konuyla ilgili okuyucularını yanıltıcı sözlerini daha evvel bu blogda ele almıştım:

http://muratyazici.blogspot.com/2007/06/m-islamolu-okuyucularn-felakete-srklyor.html

Orada, "M. İslamoğlu'nun fena-i nar (Cehennemin sonluluğu) görüşünü benimseyip benimsemediği tam olarak anlaşılmıyor" diyerek açık kapı bırakmıştım. Aşağıdaki videoda ise bu fikrini (Cennetin de ebedî olmadığını söyleyerek) açıkça ifade ettiğini gördüm:



İmam-ı a'zam Ebu Hanife rahimehullah diyor ki:

"Cennetlik ve cehennemlikler girdikten sonra cennet ve cehennem yok olacaktır diyen kimse de orada ebedî kalışı inkâr ettiği için, kâfir olur." (Fıkhu'l Ebsat)

Murat Yazıcı


5 Ocak 2014 Pazar

Odessalı Hıristiyanlar ve Fethullah Gülen




Bütün dünya insanlığı için faydalı gayretlerde bulunan biri olarak, Odessa'lı Hıristiyanlara ne söylemek ve onlardan ne gibi dileklerde bulunmak istersiniz?

Fethullah Gülen: "Estağfirullah, bin defa estağfirullah. Yukarıda arz etmeye çalıştığım gibi, kimseye bir şey söyleme, yol gösterme mevkiinde değilim. İnsanlık için faydalı gayretlerde bulunduğum şeklindeki sözünüzü de sadece bir dua ve sizlerin bir teveccühü, hüsnüzannı olarak kabul edebilirim. Odessalı Hıristiyanların ise elbette rehberleri, din büyükleri vardır ve onlara söylenmesi gerekeni söylemektedirler. Bir Müslüman, yani dinlerin temel birliğine inanan biri olarak, onların söylediklerinin bir Müslüman'ın söylediğinden ve söyleyeceğinden farklı olacağını düşünmüyorum. Hz. İsa gibi, bizim nazarımızda ülü'l-azm, yani tarih boyu gelmiş peygamberler arasında en büyük beş peygamberden biri olan bir zatın ardından gitmek, onu takip etmek, yapılabilecek en güzel şeylerdendir. "

http://tr.fgulen.com/content/view/16939/11/

Görüldüğü gibi, F. Gülen burada diyor ki:

1. Odessalı Hıristiyanların ise elbette rehberleri, din büyükleri vardır ve onlara söylenmesi gerekeni söylemektedirler.

Cevap: Oradaki hıristiyanların rehberlerinin, din büyüklerinin papazlar olduğu izahtan varestedir. Bunlar ise kendi cemaatlerine küfür ve şirki öğretirler, aşılarlar. Bunların "söylenmesi gereken" şeyler olduğunu imâ etmek gerçekten anormal bir tavırdır.

2. Bir Müslüman, yani dinlerin temel birliğine inanan biri olarak, onların söylediklerinin bir Müslüman'ın söylediğinden ve söyleyeceğinden farklı olacağını düşünmüyorum.

Cevap:
"Dinlerin temel birliği" diyor. Bu Ahmed Şahin'in "amentüde ittifakımız var" sözünü hatırlatıyor.

Eğer birinci maddedeki sözünü, papazların kilisede cemaatlerine "hırsızlık yapmayın, zina etmeyin, dürüst olun vs." söylediğini kasdetmiştir diye te'vil etmeye çalışsaydık, bu ikinci ifadesi bu te'vil yolunu kapardı. Çünkü "Müslüman'ın söylediğinden ve söyleyeceğinden farklı olacağını düşünmüyorum" diyor. Halbuki, bir Müslüman onlara Allahü teâlânın bir (ehad ve vâhid) olduğunu, doğmamış ve doğurmamış olduğunu, Kur'an-ı kerimi, Muhammed aleyhisselamın Peygamberliğini, İslâm dinini anlatacak, onları cehennemden kurtarmaya çalışacaktır. Papazların cemaatlerine bunları anlatmadığını ve hatta bunların tam tersini söylediğini bilmeyen var mıdır? Veya, Odessalı veya başka yerdeki hıristiyanların İsa aleyhisselâmın ardından gitmediğini, Onun yolunda olmadıklarını, Onu takip etmediklerini burada izah etmeye acaba gerek var mıdır?

Son söz: Anlaşılan Gülen, Hıristiyanlarla bolca muhatab olmaktadır. Onlarla görüşürken, siyasî olayım derken, onların hoşuna gidecek şeyler söyleyeyim derken, bilerek veya bilmeyerek İslâm dinine aykırı bir sürü lakırdı etmektedir.

Murat Yazıcı

4 Ocak 2014 Cumartesi

Gülen'in İsa Aleyhisselâm Hakkındaki Yanıltıcı Sözü

Kendi web sitesindeki bir yazıda Fethullah Gülen diyor ki:

"Bazı Hadis-i Şeriflerde, yani Peygamber Efendimiz'in bazı sözlerinde Hz. İsa efendimizin Kıyamet'e yakın yeryüzüne ineceği beyan buyrulmaktadır. Bazı âlimler, bu hadisleri onun ceset-ruh beraber yeryüzüne inip, Allah'ın Dini adına önemli bir fonksiyon göreceği şeklinde yorumlarken, daha başka âlimler onu, Âhir Zaman'da Allah'ın Dini adına Hz. İsa'nın mesajında öncelikle temsil edilen maneviyat, ruhaniyet, haramlardan azamî kaçınma, azamî takva, zühd, anne-babaya tam iyilik, tıb, yani insanların maddî-manevî hayatlarını kurtarma ilmi ve gayreti, helâl yollardan kazanıp, kazançta haram yollara asla tevessül etmeme, insanlarla tam diyalog, hoşgörü, kavgadan-savaşlardan-çatışmalardan kaçınma, dost-düşman herkese iyilikte bulunma gibi İslâmî düsturların daha çok öne çıkacağı, çıkması gerektiği şeklinde anlamaktadırlar."

http://tr.fgulen.com/content/view/16939/11/

Gülen'in burada "...daha başka âlimler onu,..." diyerek yazdığı yanlıştır. Bunları söyleyen bir âlim bilmiyoruz. Eğer kaderi inkâr edecek veya -haşa- Allahü teâlâ geleceği bilmez diyecek kadar azgınlaşmış bazı zamâne din adamları akla gelirse, onlar "âlim" kategorisine girmez ve onların sapık sözleri on dört asırdır hiç bir âlimin inkâr etmediği bir husustan şüphe etmek için sebeb olamaz.

İmam-ı a'zam Ebu Hanife rahimehullah buyuruyor ki:

"Deccal'ın, Ye'cuc ve Me'cûc'un çıkması, güneşin batıdan doğması, İsa aleyhisselâmın gökten inmesi ve sahih haberlerde varid olduğu üzere diğer kıyamet alâmetleri haktır ve vuku bulacaktır." (el-Fıkhu'l-ekber)

Bu hususta burada yüzlerce âlimden nakiller yapılabilir; ancak aklı ve insafı olan için Ehl-i sünnetin reisinin bu ifadesi yeterlidir. Sadece "akademik bilgi" olarak, Yard. Doç. Dr. Ebubekir Sifil'in şu sözlerini buraya almakta fayda görüyorum:

"Sahabeden otuz civarında insan Efendimiz (aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm)a ref‘ ederek, ona dayandırarak İsa (aleyhi’s-selâm)ın kıyamete yakın yeryüzüne ineceğini çeşitli bağlamlarda nakletmişler. Kimi uzun, kimi kısa. Kimi olayın şurasını anlatmış, kimi burasını… Ama bütün hepsinin müşterek noktası odur ki İsâ (aleyhi’s-selâm) kıyâmete yakın yeryüzüne inecek. ... Otuz küsür sahâbî ve yetmiş küsür merfû‘ hadis, otuz küsür de sahâbî sözü olarak nakledilmiş rivâyet. Yüz küsür rivayet bugün elimizde sağlam olarak mevcut ki, Hz. İsâ (aleyhi’s-selâm) yeryüzüne kıyâmete yakın inecek,.... Otuz küsür sahâbî râvî… bu Sahâbe’den bize doğru gelirken her tabakada artarak, kabararak gelen bir silsile.. Yani Sahâbe tabakasında otuz ise bu rakam, onlardan nakleden Tâbiûn sayısında biraz daha artacak, râvî sayısı artacak. Onlardan nakleden Tebe-i tâbiîn sayısı daha artacak, derken bize kadar şüphenin gölgesinin bile düşmediği bir tevâtür olarak gelecek." (Dâru’l-Hikme – Şubat 2006)

Nitekim, Ahmed Davudoğlu'nun hazırladığı Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi'nde şöyle yazılıdır:

"İsâ aleyhisselâmın âhir zaman­da yeryüzüne ineceğini bildiren mütevâtir hadislere muaraza eden ve onun öldüğünü gösteren tek bir hadis yoktur. Kur'ân-ı Kerîm onun öl­dürülmeden göğe çekildiğini haber verirken ve Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kıyamete yakın yeryüzüne indirileceğini bildirirken onun öl­meyip hâlâ sağ bulunduğuna inanmak elbette her müslümana farz olur. Bunda şüphe eden bilicma' kâfirdir." (c.2, s. 571)

Murat Yazıcı

1 Ocak 2014 Çarşamba

Mehmet Paksu'nun Yanlış İfadesi

"Sorularla İslamiyet" isimli sitede, Mehmet Paksu imzalı bir yazıda aynen şöyle denmektedir:

"Bu sözü "gökte Allah var", "üstümüzde Allah var" şeklinde söyleyenler de vardır. Fakat Allah yerde ve gökte aranmaz, O her yerdedir. Çünkü Allah’ın olmadığı hiçbir yer yoktur. O’na bir mekân ve yer isnat etmek söz konusu olamaz. Böyle bir şeyin olması da mümkün değildir."














Dikkat edilirse, bu ifadede açık bir tezad (çelişki) mevcuttur. Hem "O her yerdedir. Çünkü Allah’ın olmadığı hiçbir yer yoktur" diyor, hem de sonra "O’na bir mekân ve yer isnat etmek söz konusu olamaz" diyor. Halbuki, "O her yerdedir" denildiği zaman, O'nun (haşa) her mekânda olduğunu söylenmiş olur.

Burada geçen "O her yerdedir. Çünkü Allah’ın olmadığı hiçbir yer yoktur." ifadesinin caiz olmadığı aşağıdaki iktibaslardan görülebilir. Meşhur Mızraklı İlmihal'de diyor ki:

"Bir kimse Allahdan hâli [boş] yer yok dese veyâ Allahü teâlâ gökdedir dese, kâfir olur demişler." (Miftahu'l-Cenne-Mızraklı İlmihal, Bedir Yay., s.116)

Muhammed Hâdimî (vefatı m. 1762) rahimehullah diyor ki:

“Allahü teâlâ bize Arştan veya gökten bakıyor veya görüyor demek küfürdür....Yine Allahü teâlâyı dış uzuvla sıfatladığı veya onun kemâl sıfatlarından bir sıfatı nefy ettiği (kaldırdığı) zaman veya hülul [içine girmek] veya ittihad [birleşmek] ile [O'nu vasıfladığı zaman] yani Allahın âlemin içine girdiğine veya âlemle bir olduğuna kail olduğu zaman veya mekân ile onu vasıfladığı zaman da yine böylece kâfir olur.” (Berika, Kahraman Yayınları, c.2, s.445-446)

Feteva-i Hindiyye tercümesinde şu ifadeler var:

"Allahü Teâlâ için, mekân iddia eden kimse kâfir olur. "Allahın olmadığı, boş bir yer yoktur" diyen kimse, kâfir olur." (Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/312-319.)

İslâm âlimleri mecaz olarak “Allahü teâlâ her yerde hâzır ve nâzırdır" demişlerdir, ama "her yerdedir" dememişlerdir. Çünkü, "her yerdedir" dendiği zaman mecaz ortadan kalkmaktadır.

İskilibli Âtıf Efendi (şehid edilişi m. 1926) rahimehullah Mir’atü’l-İslam risalesinde şöyle diyor:

“[Allahü teâlâ] Mekândan, sağ, sol, arka, ön, alt, üst gibi cihetten ve yerlerde, göklerde bulunmaktan münezzehdir. Binaenaleyh, Cenâb-ı Hak her yerde hâzır ve nâzırdır demek, ilm-i ilahisi her şeyi ihata edicidir, demektir. Yoksa zat ve vücudu her yerde hâzır ve nâzırdır, demek değildir.” (bkz. Çile Yayınevi'nin "Frenk Mukallitliği ve İslam" kitabı, s. 154)

Murat Yazıcı

Hakan Şükür'ün Konuşmasındaki Bozuk Söz

Hakan Şükür bugün Zaman Gazetesi'nin web sayfasında yayınlanan bir konuşmasında "yukarıda Allah var" (haşa) ifadesini kullanıyor. Zaman'ın haberi yazışından, bu sözü Fethullah Gülen söylemiş gibi anlaşılıyor:

AK Parti'den ayrılma kararını bir kaç kez Fethullah Gülen Hocaefendi ile istişare etiğini açıklayan Hakan Şükür, Hocaefendi'nin kendisine "Yukarıda Allah var. 'Hakan bey biz çok değer verdiğimiz, aynı hasletleri paylaştığımız insanların yanında olalım." dediğini aktardı.

Kaynak: Zaman Gazetesi web sayfası, 1 Ocak 2014

http://www.zaman.com.tr/gundem_hakan-sukur-sessizligini-bozdu_2190773.html


Hakan Şükür ve bu sözleri neşreden Zaman Gazetesi kullanılan ifadedeki arızayı görmüyorlar. Gazete'nin çift tırnak işaretlerini kullanmasından, "yukarıda Allah var" sözünün Gülen'e ait olduğu anlaşılıyor. Ancak, H. Şükür'ün konuşması videodan dinlenince, bu sözü H. Şükür kendisi söylemiş diye anlaşılıyor. Kesin olan husus, konuşmacının ve gazetenin editörlerinin en temel ilmihal bilgilerinden, Ehl-i sünnet itikadından habersiz oldukları gerçeğidir.

Feteva-i Hindiyye tercümesinde şu ifadeler var:

"Allahü Teâlâ'yı, "yukarıda", "aşağıda" diye vasıflandıran kimse, kâfir olur." (Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/312-319.)

Not: Burada maksadım kimseyi tekfir etmek değildir. Ancak, bu gibi tehlikeli sözlerden çok kaçınmak gerekir. Bu da ancak, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı kitapları okumakla, dinimizi Ehl-i sünnet âlimlerinden öğrenmekle olur.

Murat Yazıcı

Yazıların Kaynakları

Bu sayfadaki yazılar genel olarak şu iki kategoriden birine girmektedir:
1. Gazete, dergi veya kitaplardan alınmış kısımlar veya makaleler. Bunların yazarları ve hangi kaynaktan alındığı açıkca belirtilmiştir. İstifadeli olduğunu ve mühim bilgiler ihtiva ettiğini düşündüğüm yazıları -muhtevalarını değiştirmeden- buraya aldım. Bu tür yazılarda ifade edilen görüşler yazarlarına aittir.
2. Kendi araştırmalarıma dayanan, çeşitli kitaplardan ve makalelerden istifade edilerek derlenmiş yazılar. İstifade edilen kaynaklar listelendikten sonra genellikle "Hazırlayan: Murat Yazıcı" ifadesi yazının sonuna eklenmiştir.
Bu sayfadaki yazıların mühim bir kısmını çeşitli forumlarda yayınlamıştım. Bu tür yazılarımı düzeltmeler ve ilaveler yaparak burada toparladım. Gerektiğinde eski yazılara yeni belge ve bilgiler ekliyorum.
Not: Sayfanın sol üst köşesindeki rakam, 3 Ocak 2009'dan bu yana bu sayfanın kaç kere görüntülendiğini göstermektedir. Bu rakama blog yöneticisinin girişleri dahil değildir.

Yazıların Kullanım ve Dağıtımı Hakkında

Bu sayfadaki yazıları kopyalayabilir ve kullanabilirsiniz. Buradaki herhangi bir yazıyı başka bir sitede yayınlarsanız, bu sayfaya ( http://muratyazici.blogspot.com/ ) bağlantı vermenizi rica ederim. Zamanla ilave başlıklar eklemenin yanı sıra, mevcut başlıklara da yeni belgeler eklemeyi planlıyorum. Bu sayfaya bağlantı verildiği takdirde, her okuyucu ilgilendiği yazının en yeni haline ulaşma imkânına sahip olacaktır.