Ehl-i Sünnet Müdafaası

Ehl-i Sünnet Müdafaası

Makaleler ve Vesikalar

Bu sayfayı hazırlamaktaki maksadım "Ehl-i sünnetin müdafaası" için bir bilgi ve belge bankası meydana getirmektir. Faydalı olacağı ümidi ile başladım. Allahü teâlâ hâlis niyet, hayırlı netice ve muvaffakıyet nasib etsin. Bu sayfayı ziyaret eden kardeşlerimden hayır dualarını istirham ederim. (Daha fazla bilgi için sayfanın altına bakınız.)

7 Kasım 2023 Salı

"Rahmetini Esirgeme!" Diye Dua Etmek Caiz Değildir

Birgivî Vasiyetnâmesi Kâdızade Şerhi:



7 Ekim 2023 Cumartesi

Sultan Abdülhamid ve Siyonizm

 Yılmaz Öztuna "II. Abdülhamid, Zamânı ve Şahsiyeti" isimli kitabında şöyle özetlemektedir:












6 Ocak 2023 Cuma

Akif'in Bozuk Sözü

Mehmed Akif Ersoy Sanatkâr isimli şiirinde Muhyiddin Targan'ın udunun sesini, ilahi nidâya [Nidâ-yı Hakk'a] benzetmektedir. Bu söz küfre sebep olur.





16 Ağustos 2022 Salı

Bayraktar Bayraklı'nın Müslümanlara Düşmanlığı

Bu şahsın küfre sebep olan bir sözünü daha evvel ele almıştık:

http://muratyazici.blogspot.com/2013/03/bayraktar-bayraklnn-cennet-ve-cehennem.html

Bir tanıdığımız, Bayraklı'nın "tefsir" adını verdiği yazılarından bir kısmına dikkatimizi çekti:










Bu reformcu şahıs, burada yazdıklarıyla bin yılı aşkın süredir gelmiş geçmiş yüz milyonlarca Müslümanı şirk ile suçlamaktadır. Müslümanlara karşı böyle şeyler yazan kimsenin kara bir cahil veya sinsi bir İslâm düşmanı ve zındık olduğu anlaşılır.

13 Temmuz 2022 Çarşamba

Yeni Akit Gazetesi'nin Dağıttığı Sapık Kitaplar

 Şimdilik bunları not edelim. Peyderpey detaylara gireceğiz inşaallahü teâlâ.





29 Mayıs 2022 Pazar

Efgani'nin Masonluğu ve Hedefleri

 Prof. Dr. Mim Kemal Öke (27 Eylül 1990):



Yaşar Nuri Öztürk isminde bir soytarı




Arşivimi karıştırırken karşıma çıktı... Kendi ifadesiyle İslâmiyet konusunda ilim sahibi olmayan bir spor yazarı bile, bir çok ilahiyatçıdan daha sağduyulu tespitlerde bulunmuş (Tarih: 26 Ocak 1998).


5 Mayıs 2022 Perşembe

Mason Efgani

Mehmed Şevket Eygi Bey yıllar önce şöyle yazmıştı: 

"Reformcular Cemaleddin Afganî'yi de büyük bir İslam önderi ve rehberi olarak gösterirler ve Ehl-i Tevhid'in kurtuluş ve selametini bu zatın eteğine yapışmakta görürler. Kimdir bu Afganî? Bir kere Afgan değildir, İran'ın Ese-dâbad şehrine mensuptur. Bu zat Sünnî de değildir, Şiîdir. İki konuda, tagiyye yaparak Müslümanları aldatmıştır. İranlı olduğu halde kendisini Afganlı göstermiş, Şiî olduğu halde Sünnî postuna bürünmüştür. Resûlullah efendimiz "Bizi aldatan bizden değildir" buyuruyor. Bu zatın bir başka özelliği de, Farmason oluşudur. İstanbul'da yayınlanan "Mimar Sinan" adlı Mason dergisinde Afganî hakkında uzun bir övgü makalesi yayınlanmış bulunuyor. (Mimar Sinan dergisi, sayı: 127, Mart 2003) Afganî bir din âlimi, bir rehber, bir mürşid değil aktivist bir İslamcıdır. Yalancı, karışık, bulaşık bir kişidir." (İnkişaf Dergisi, No:2)

Bahsettiği Mimar Sinan Dergisi'nin kapağı ve makalenin ilk sayfası aşağıda görülebilir:

25 Nisan 2022 Pazartesi

Peygamber Efendimizin Vefatından Sonra Şefaat Etmesi

 Hadis âlimi Muinüddin Muhammed Emin Hirevî'nin Mearicu'n-Nubuvve isimli meşhur eserinden (Berekat Yayınevi, 4. Baskı, İstanbul, 1978; s.768-769 ):



21 Mart 2022 Pazartesi

Eski bir Boşnakça İlmihalden

 -Od kad si Turćin? (Ne zamandan beri Türksün?)

-Od kalu bela. (Kalu beladan beri.)

Yorum: Tarihte "Türk" kelimesi zaman zaman "Müslüman" ma'nasında kullanılmıştır.



6 Şubat 2021 Cumartesi

İbni Teymiyye'nin Fena-i Nâr Görüşü Hakkında Bazı Vesikalar



Selçuk Üniversitesinde yapılan bir yüksek lisans tezinden (İbrahim Toprak, yüksek lisans tezi, danışmanı: Prof. Dr. Süleyman Toprak) pasajlar:
































Bir diğer çalışma Doç. Dr. Veysel Kaya'nın 2009 tarihli bir makalesidir:

























İbni Kayyım diyor ki:

Cehennem ehlinin cennet ehlinden kat be kat fazla olduğu malumdur; şayet inanmayanlar için azap sonsuz olacaksa Allah’ın rahmetinin gazabını geçtiği nasıl söylenebilir? (İbn Kayyım, Şifâ’ü’l-‘Alîl, s. 432.)

İbni Teymiyye'nin kitabından ilgili kısım:



























el-Albani'nin buna tenkidi:










İbni Teymiyye'nin kitabından başka bir bölüm:






















İbni Kayyım, Hadi'l-Ervah ila Biladi'l-Efrah:



























İmam-ı Münavî rahimehullah, Feyzü'l-Kadir:























Murat Yazıcı

15 Ocak 2021 Cuma

Şifa Şerhinde Tahrifat (Ali el-Kari'nin Nihai Görüşü Konusu)

Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci diyor ki:

Yayınevi sahtekârlıklarına bir misal: Aliyyül-Kârî’nin Şifa Şerhi’nin bir Osmanlı, bir de şimdilerde Beyrut’ta basılan iki nüshasına bakın. Yeni baskıda tahrifler var. Bazı yerler değiştirilmiş; bazı yerler tamamen çıkarılmış.

1299 Muharrem Ef. Mtb s.601: Ebu Talib’in müslüman olduğu sahih değildir. Tilemsani, annesinin müslüman oluşunu sahih bir isnad ile rivayet ediyor. Ebeveyninin ikisinin birden müslüman oluşunu da rivayet ediyor. Ancak kabul olunmaz. Nitekim Süyutî’nin 3 risalesine reddiye yazdım.

Burası 2001’de Beyrut Darülkütübililmiyye nüshasında, 605.sayfada şöyle tahrif edilmiş: 

“Ebu Talib’in müslüman olduğu sahih değildir. Anne ve babasının imanı hakkındaki kavillerden müslüman olduklarının daha sahih olduğu, ümmetin büyüklerinin ittifakıyla sabittir.”

1299 nüshasının 648-649.sayfada: “Resulullah ebeveynini diriltti ve ona iman ettiler. Bunu Taberani ve başkaları Aişe radiyallahü anhadan rivayet etmişlerdir. Ancak hafızlar bunun zayıf rivayet olduğunda müttefiktir. Nitekim Süyuti de bunu tasrih etmiştir. Ebu Dıhye, bunun kitap ve sünnete muhalif olması sebebiyle mevzu olduğunu söylemiştir. Ben de bunu göstermek için, Süyutî’nin üç risalesine, müstakil bir risale yazarak itiraz ettim ve meseleyi beyan ettim.”

2001 nüshasının 652.sayfasında: “diriltti”den sonrası çıkarılmıştır.

Böylece Aliyyü’l-Kârî’nin Resulullah’ın anne ve babasının küfr üzere öldüğü fikrinden vazgeçmediği anlaşılıyor. Beyrut baskısı, onu bu dönmüş gibi göstermek gayretkeşliğine / sahtekârlığına düşmüş.
 






























Yukarıdaki bilgiler Ekrem Buğra Ekinci'den alınmıştır. Aşağıda değişik kaynaklardan bilgiler aktarılmıştır.

Mahmud el-Alusî diyor ki (yaklaşık tercüme): "Bu ayet-i kerime O'nun anne-babasının [tevhid] itikadını ispat olarak gösterilmiştir ve korkarım ki onlar hakkında [kötü] konuşan kişi küfre girer, el-Kari ve benzerlerinin aksi yönde söylediklerine rağmen." (Bahis konusu ayet-i kerime: Şuara 219. Kaynak: Rûḥu’l-meʿânî fî tefsîri’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm ve’s-sebʿi’l-mes̱ânî)

Seyyid Abdülkadir et-Taberî bu konuda Ali el-Kari'ye sert bir reddiye yazmış. Orada rüyasında el-Kari'yi merdivenlerden aşağı attığını gördüğünü, ertesi sabah el-Kari'nin kötü bir düşüşten dolayı rahatsızlandığı haber aldığını ve el-Kari'nin kısa bir sürede vefat ettiğini yazmış. (Kaynak: el-Berzencî, Sedâdu’d-dîn fî İsbâti’n-necât fi’d-derecât lil-vâlideyn, s. 117.)

Yukarıdaki iki pasajı aldığım Dr. G. F. Haddad diyor ki: "el-Kari Şifa Şerhinden sonra yazdığı el-Esrar'da hayatının sonuna kadar muhafaza ettiği bu tavrını daha da sertleştirmiştir." (Kaynak: Mullā ˒Alī b. Sulṭān al-Qārī and his Works: A Descriptive Bibliography)

Saçaklızâde (ö. 1144/1732) risalesinin sonunda Ali el-Kârî hakkında şöyle demiştir: "Her halde soğuk başına vurdu da aklı karıştı." (Saçaklızâde el-Marâşî, es-Sürûr ve’l-ferah, Süleymaniye Ktp., Kasidecizade, nr. 726/2, vr. 47b.)

el-Muhibbî, el-Berzencî‟nin Sedâdu’d-dîn fî İsbâti’n-necât fi’d-derecât lil-vâlideyn adlı eserinden nakilde bulunarak el-Berzencî‟nin: “Ebeveyn-i Resûl‟ü kötüleme hakkında Şerhu’l-Fıkhı’l-ekber'deki Ali el-Kârî'nin tavrı haddi aşmıştır. O, bununla da yetinmemiş ve onların küfür üzere öldüğüne dair müstakil bir risâle yazmış; üstelik Şifâ şerhinde de bununla iftihar ederek: "Şüphesiz ben bu hususta Ebeveyn-i Resûl'ün küfrüne dâir bir risâle telif ettim." diyebilmiştir.” dediğini nakletmiştir. (el-Muhibbî, Hülâsatü’l-eser, III, 186.)

Zâhid el-Kevserî (ö.1371/1952) de el-Fıkhu’l-ekber‟in birkaç farklı nüshasının bulunduğunu, belirttikten sonra: “Ali el-Kârî şerhini bu hatalı nüshaya dayandırmış ve Allah kendisini affetsin edep sınırını aşmıştır.” demiştir. (Zâhid Kevserî, el-Âlim ve’l-müteallim, “Mukaddime” (nşr. Mustafa Öz), İst., 1996, s. 10.)

Yukarıdaki son üç pasaj Mustafa Akçay'ın makalesinden iktibas edilmiştir (Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 19 / 2009, s. 1-27)

3 Ocak 2021 Pazar

Geçmiş Zaman Olur ki...

Posta kutumdaki bazı eski mesajlara bakarken Mehmed Şevket Eygi Bey ile seneler önce yaptığım bazı yazışmalarla karşılaştım. Bu yazışmaları bulmasaydım, belki 7-8 sene önce yazışmıştık derdim. Haziran ve Temmuz 2009'da yazışmışız! Konu, Dr. G.F. Haddad'ın el-Albani hakkındaki istifadeli yazısının Türkçeye tercüme edilmeseydi. Neticede tercüme tamamlandı ve Bedir Yayınevi tarafından broşür olarak basıldı. Posta kutumda bulduğum ve 3 Haziran 2009 tarihli ilk mesaj şudur:

Pek muhterem Murat beyefendiye,

Esselamu aleykum...
Nasuriddin Albanî hakkındaki İngilizce makaleyi Türkçeyi tercüme etti iseniz, bunu küçük bir broşür şeklinde basmamıza izin verir misiniz?
Hayırlı çalışmalarınızda başarılar dilerim.
         Mehmed Şevket EYGİ
         Bedir Yayınevi Sahibi

Mesajı gönderen e-posta hesabının sahibi "Ubeydullah Küçük" olarak gözüküyordu. Bu bildiğim kadarıyla Şevket Eygi Ağabeyin çok eskiden beri kullandığı bir müstear isimdir. Bir süre sonra (tam olarak 27 Temmuz 2009) Şevket Eygi ağabeyin köşesinde bu blogdan bahseden bir makalesi çıktı. Benim için tamamen sürpriz olmuştu. Allahü teâlâ rahmet eylesin.

https://www.milligazete.com.tr/haber/1180699/guzel-okunan-ezanlar


Bir Ehl-i sünnet sitesi
Eğitimci ve araştırmacı Murat Yazıcı beyi, internetteki çok faydalı sitesi dolayısıyla tebrik ediyor ve bütün Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanları adına kendisine teşekkür ve minnetlerimi sunuyorum.

Murat Yazıcı bey Sevad-ı Azam ve Cadde-i Kübra olan Ehl-i Sünnet Müslümanlığını müdafaa eden yazıları, yorumları sitesinde yayınlıyor. Ehl-i Sünnet‘e karşı olanların yanlışlarını gözler önüne seriyor. Hiç şüphe yok ki, bu gerçekten büyük bir hizmettir.

Vehhabîler hangi konularda yanılmıştır?.. Cemalüddin Afganî‘nin ve tilmizi Muhammed Abduh‘un, onun tilmizi Reşid Rıza‘nın iç yüzü... Reformcular... Modern müctehidlerin ipe sapa gelmez çürük içtihadları...

Muhterem okuyucularıma bu siteye girip, merak ettikleri konuları okumalarını tavsiye ediyorum.

(http://muratyazici.blogspot.com/)

26 Aralık 2020 Cumartesi

Mızraklı Hakikat

Prof. Ahmet Şimşirgil'in Mızraklı Hakikat isimli kitabından bazı pasajlar:

"Afgani, İstanbul'da bulunduğu sırada bazı yazar ve şairler üzerinde etkili oldu. Mehmet Emin Yurdakul, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Said Nursi, Mehmet Akif Ersoy, Şemseddin Günaltay, Abdullah Cevdet bunlardan bazılarıdır." (s. 56) 

"Reşid Rıza Vehhabilik hareketinin o dönemdeki lideri Abdülaziz b. Suud'un (1880-1953) siyasetine açıkça destek vermekteydi." (s. 77)

"Gerçekten de [Musa Carullah'ın öne sürdüğü] bu konu yeni ortaya atılmıyordu. Cehennem ve Cehennem azabının ebedî olmadığını savunan âlimler arasında evvelce mezhebsiz İbni Teymiyye ve talebesi İbni Kayyım'ın olduğu bilinmektedir. Günümüzde Süleyman Ateş, Yusuf Kardavi, Mustafa İslamoğlu aynı zihniyettedir." (s. 94)

"Mehmed Akif henüz Baytar Mektebinde iken hocasının tesiri ile Sultan II. Abdülhamid Han'a düşman kesilmiştir." (s.110)

7 Aralık 2020 Pazartesi

Kendine tefsir profesörü diyen yaratık

Marmara Üniversitesi’nde, sözde tefsir profesörü olan M. Öztürk, yıllar boyu, devletten maaş alarak din adamı olarak yetişmekte olan gençlere din adına dinsizlik, imansızlık aşıladı: “Kuran lafzen (söz olarak) Allah’ın kelamı değildir”, “Medeni ayetlerin (Medine döneminde inen, ona göre Peygamber’in söylemleri) bugün için geçerliliği yoktur” gibi bir sürü dinsizliği zırvalayıp durdu. Emekliliğini isteyinceye kadar, herkes sadece dinledi ve seyretti.

Düşünebiliyor musunuz, kendine tefsir profesörü diyen bu yaratık, Kuran-ı Kerim’den ayet okuyor ve “Bu Allah kelamı olamaz” diyor. Bu aşağılık sözü, bugüne kadar kâfirler bile söylemedi.

Adam, Müslümanların en kutsalı olan Kuran-ı Kerim’e inanmadığını üniversite kürsülerinden, gazetelerden ve televizyon ekranlarından bangır bangır bağırıyor, yazıyor-çiziyor, söylüyor; başta YÖK ve Diyanet olmak üzere herkes bön bön bakıyor.

Ey gaflet, dalalet ve ihanet içinde olanlar!

Uyanmak için İsrafil’in ‘Sur’a üfleyip kıyametin kopmasını mı bekliyorsunuz?

Bakınız şair (M. Akif) ne diyor:

‘Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak...
Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak.
His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsan bana... Sen böyle değildin.
Sahipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sahip olursan, bu vatan batmayacaktır.”


Fuat Bol, Hürriyet Gazetesi, 7 Aralık 2020

5 Aralık 2020 Cumartesi

Kur’ân-ı kerime iğrenç saldırı!

Son üç gündür sosyal medya, Marmara İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün yeni bir videosu ile çalkalandı. Mustafa Öztürk bu videosunda Kur’ân-ı kerim ile ilgili akıl almaz isnat ve iftiralarda bulunuyordu.

Aslında onun buna benzer videoları daha önce de ortaya çıkmıştı. Kendisine üç beş kez bu sütunlarda cevap vermiş ve çekmiş olduğum videolarla kendisini uyarmıştım. Fakat bu kez kamuoyundan öyle güçlü bir tepki geldi ki Mustafa Öztürk dayanamadı ve istifasını sundu...


Kendisini "FETÖ’yü tenkit ediyormuş, FETÖ’nün karşıtıymış" diyerek Marmara Üniversitesine aldırdılar. Tencerenin kapağı burada fena açıldı ve bütün kokuları ortaya saçıldı!..

Marmara İlahiyat'ın dekanı Ali Köse kendisine kol kanat gerdi. “FETÖ gitti ama bin FETÖ geliyor” diyerek TRT’de garip konuşmalar yapan ve fakat ikinci bir FETÖ’nün adını vermeyen Köse, fakültesinde tefsir derslerini, -hâşâ- “Kur’ânı peygamber yazdı” zihniyetiyle yapan akademisyenini hiç duymadı mı acaba? Nerede yaşıyor bilmek gerek. Yoksa kendisi de aynı fikirlerde mi?

Evet, çok acıdır. Türkiye’de onlarca ilahiyat fakültesi var. Öztürk’ün bu son videosuna toplum güçlü bir şekilde tepkisini ortaya koyarken ilahiyat camiasından birkaç kişi hariç mertçe bir ses duyamadık. Her şeye maydanoz olan köşe yazarları da yine üç beş kişi hariç sustular. Bazısı da son anda bindi trene. Bu çok acı bir durumdur gerçekten.

Fransa’da dinimize bir hakaret olduğunda ortalığı velveleye verenler, ülkemizde onun on katı yıkım hareketine neden ses çıkarmazlar? Hemen “fikir özgürlüğü”, “konuşulsun tartışılsın efendim” pozuna girer veya hiç duymamış gibi dururlar. Anlamak mümkün değil!
Aslında ben ilahiyatçı hocalarımızın bugün konuşmasını da beklemezdim. Zira bugün bağırsalar fazla bir mana da ifade etmez.

Zira akademisyenler, genelde birbirlerinin çalışmalarından haberdar olurlar. Hangi fikirlere sahip olduğunu, neler yazdığını iyi bilirler. Bugüne kadar onun eserlerine Türkiye’de bir cevap yazıldı mı bilmek isterim? Yazılmadı ise gerçekten çok yazık!

Nereye gidiyoruz düşünelim, tefekkür edelim! Bu ilahiyat fakültelerinde yetişenler yarınlarda toplumun dinî hayatına yön verecekler.

YÖK ise bu konuda hâlâ kafasını kuma gömüp görmezden gelmeye devam mı edecek? Neredeyse kurulduğundan bu yana Ehl-i sünnet itikadına tamamen mugayir bir tarzda ilerleyen ilahiyat eğitimine bir neşter vurmayacak mı? Aslında ilahiyatlarda Ehl-i sünnet itikadına uygun ders anlatan hocalarımız az değil. Fakat seslerinin neden çıkmadığı sorgulanmayacak mı? Zira hâkim güç maalesef Selefî, mezhepsiz bid’at grubunda bulunuyor!.. Kendilerine akademik zarar verilmesinden çekinenler, din adına şu en mühim meselede dahi ses çıkaramaz hâle geliyorlar. Millet de tepki vermese iş nereye varacak tahmin dahi edemiyor insan!
 
Âyetlere kör olmak!
 
Mustafa Öztürk’ün öncelikle bu son videosundaki Kur’ân-ı kerim hakkındaki alçakça hezeyanına bakalım:

“Orion takımyıldızına bak, Andromeda’ya bak, Samanyolu’na bak, National Geographic’e git okyanusun dibine bak, kutuplara bak, çiçeğe bak, Boğaz’da ergunava bak, bir de Kur'ân’da 23 sene Velid bin Mugire aşağı, As bin Vâil yukarı deyip bütün kadrajını Hicaz-Taif-Medine'ye sıkıştırmış ve insanlığa son söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 tane lavuk müşrik ve o müşriğe Kur'ân'da öyle küfürler var ki! Bir tanesini okuyayım mı size? Kalem Suresi... (3-4 âyet okuduktan sonra) Hem kel hem fodul ve -badelzalik- üstüne üstük zelil p.ç." 
Onu tabii meale öyle yazamazsın soysuz diyeceksin!
"Aç. Adres vereyim aç. Ferrâ’nın Meâni’l Kur’ân’ını aç. İbni Kuteybe’yi aç! Nereyi açarsan aç! Nesebi bilinmeyen, onun bunun çocuğuna  'zenim' denir Arapçada. Bu Allah dili olabilir mi? İnsani dil olamaz mı? Olabilir. Yanmış canı. Feverandır olabilir. Olabilir üstadım olabilir.”

Açıkça söylemek gerekir ki bu ifadeler Cenâb-ı Hakk’a savaş açmaktır!.. Ona inanmamaktır. “Kur’ân’ı, Resulullah yazdı”, demek Peygamber efendimize en büyük bühtandır. Nihayet “Kur’ân-ı kerim insan kelamıdır” diyerek ona olan itikadı da yıkmaktır. Bir anlamda imanın üç temel esasını bozmaktır.

Onun daha önceki bir videosu da aynı mealde olup şöyleydi:

“…Tanrı, merhametin katsayısı belli değil, engin merhamet ve şefkat sahibi, dilinden lanet eksik olmuyor. Şimdi üstadım ben bunu tanrıya nasıl yakıştırayım?   Tanrı niçin bu kadar hiddetli? Acaba diyorum Gazabı olsun. Kendisini övmesi/övünmesi olsun. Laneti olsun. Ve sairesi olsun. Acaba Resulullah bir tür Hermes gibi, hani Hermes'i biliyorsunuz, mitolojide tanrının mesajının insan idraki tarafından kuşatılamayacağı için, o mesajın insan diline çevirisini/aktarımını Hermes üstlenir. Bir tür elçilik yapar. Peygamber de Allah'ın soyut mesajlarını muhatap olduğu insan kitlesine kendi zihin süzgecinden geçirerek aktarıyor olabilir mi?..”

Buradaki soru da Mustafa Öztürk’ün, “evet oluruyla” neticelenmektedir.

Bu tefsir profesörü Kur’ân-ı kerimdeki şu âyet-i kerimeleri hiç görmedi mi acaba?

Şuarâ suresi, 192-195: “O (Kur’ân) muhakkak ve muhakkak âlemlerin Rabbi (canibinden) indirilmedir. Onu Ruhu’l Emîn, inzâr edicilerden olasın diye, senin kalbine manası açık Arabça bir dil ile indirmiştir.”

Neml suresi 6: “Şüphesiz ki bu Kur’ân, sana ilim ve hikmet sahibi Allah tarafından verilmektedir.”

Araf suresi, 203: “Onlara (istedikleri) bir âyet gelmediği vakit derler ki: [(Kendinden derip) onları toplasaydın ya!] De ki: “Rabbimden bana ne vahiy olunursa ben ancak ona uyarım. Bu (Kur’ân âyetleri, kalblerinize) Rabbinizden (açılan) gözlerdir, iman edecek bir kavim için (mahz-ı) hidâyet ve rahmettir.”

Hakka suresi, 44-47: “Eğer O (Peygamber) bize atfen, (Kur’ân’a) bazı sözler uydurmuş olsaydı, biz onu kıskıvrak yakalardık. Sonra da onun şah damarını koparır, helak ederdik, hiçbiriniz de buna engel olamazdınız.”

Kur’ân-ı kerimdeki bu ve bunun gibi onlarca açık âyet-i kerimelere rağmen onu peygamber sözü olarak nitelemek Kur’ân-ı kerimi ve Cenâb-ı Hakk'ı açıkça yalanlamak değil midir?
 
Kuramer farksız mı?
 
Mustafa Öztürk aynı fasit fikirlerini yıllardır eser ve makalelerinde de ortaya koyuyordu. “Kur’ân Dili ve Retoriği” isimli eserinde geldiği nokta gerçekten dehşet verici idi. Eserinde bu hususu anlatırken öncelikle Thomas Carlyle’nin şu hezeyanlarını mesnet edinmişti:

“Kur’ân karmakarışık, usandıracak derecede düzensiz, anlaşılmaz, bitmez tükenmez tekrarlar, insanın nefesini kesen pasajlar ve anlaşılmaz ifadelerle doludur. Kısacası Kur’ân kahrı çekilmez saçmalıklarla doludur.” (s.24-25) 

Bunları hiçbir tenkide tabi tutmadığı gibi kendisi de aynı görüşlere katılarak şu ilavelerde bulunmaktadır.

“Kur’ân’daki tekrarlar yazılı bir metni okunamaz hâle getiren bir eksiklik, kusur ve ifade zaafıdır.” (s. 25)

“Kur’ân, Vahiy ve Nüzul” isimli eserinde de aynı manalı ifadeler defalarca dile getirilmiştir.
Dolayısıyla Mustafa Öztürk’ün bu hezeyanlarını yıllardır her platformda savunuyor, eserler veriyor, makaleler yazıyor, jürilere girip savunuyordu!

Artık bu noktalara nasıl gelindiğini oturup ciddi ciddi düşünmeyecek miyiz?.. Yıllardır çeşitli üniversitelerde tefsir derslerinde bu fikirleri nasıl savundu? Son dönemde çıkartıldığı belirtilen Kuramer’in akademisyenleri içerisinde yıllarca nasıl yer aldı? Mehmet Görmez, kendisini Külliye’de huzur derslerine başhoca olarak nasıl atadı. Böylece Marmara Üniversite geçiş yolunu mu açtı? Hezeyan ve iftira ile dolu kitapları, Kuramer’den nasıl basıldı?

Bu işlerin temeline inilmedikçe bugünkü ilahiyat programlarından hep bu şekilde Mustafa Öztürkler üreyecektir.

Biri gidecek, yüzü gelecektir...

Ali Köse gibiler de “FETÖ’nün biri gidip bini geliyor” diyerek asıl büyük fitne ve tehlikenin üzerini örteceklerdir.

Nitekim Kuramer’in başındaki Diyanet İşleri eski Başkanı Ali Bardakoğlu aynı hezeyanlara sahip değil midir?

Bunun için Bardakoğlu’nun yine Kuramer Yayınları’ndan çıkmış olan “İslam Işığında Müslümanlığımızla Yüzleşme” isimli kitabına bakmamız yeterli olacaktır. O, farklı yerlerde şöyle demektedir:

“Kur’ân-ı kerim bir metin değil, hitaptır; hitab-ı ilahidir. Mesela beklentilerimiz Kur’ân-ı kerimin diğer insan ürünü metinlere en kapsamlı bir metin, diğer düşünce manifestolarına ve kanunlarına karşı en ikna edici inanç ve kanunlar kitabı olması yönünde olabilir; ama öyle değildir.” (s.61)

“Kur’ân-ı kerim dinimizin, dinî bilgimizin ana kaynağıdır. Ama onu bir metin gibi göremeyiz. Süreç olarak görmemiz, diyalektik bir hitap olarak görmemiz gerekiyor. Bunu önemsediğim için üzerinde ısrarla durmak istedim.” (s.63)

Peki, Kur’ân-ı kerimi kim metinleştirdi? Buyurun Ali Bardakoğlu’nun akıl almaz hezeyanını görün:

“…İslam’ın üçüncü asrından itibaren hadisle sünnet eş anlamlı kılınmaya, hadisle sünnet aynîleştirilmeye başlandı. Kitap ve sünnet şeklindeki hikmetli kavramlaştırma, Kur’ân ve Hadis şeklindeki kavramlaştırmayla iki metne indirgendi. Sonuçta Kur’ân-ı kerim metinleştirildi. Peygamber efendimizin sünneti metinleştirildi ve karşımıza kategorik ve normatif metinler çıktı." (s.65)

Görüldüğü üzere Bardakoğlu ile Öztürk’ün fikirleri birbirleri ile tıpatıp aynıdır... 

Öztürk’ün, Kuramer’den ve İlahiyat Fakültesinden çıkarılmış olması bir mana ifade etmemektedir. İtikadımıza ve inancımıza vurulan bu ağır tahribat ne yazık ki devam ettirilmektedir...

Bilhassa Diyanet’in artık bu hususa acilen neşter vurması gerekmektedir diye düşünüyorum!
 
 
TEFEKKÜR
 
Esrâr-ı ulûma seni mahrem mi sanırsın
Ey bî-nazar açıldığı yok sana kitâbın
                                                     Nâbî

(İlimlerin sırlarına erdiğini mi sanırsın,
Ey basiretsiz, fikir yoksunu, açıldığı yok sana kitabın.)

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
4.12.2020

Mustafa Öztürk Hakkında

İstiyorlar ki inandığımız her şeye sövsünler, tahrif etsinler ama bizler sesimizi çıkarmayalım, sineye çekip bir kenarda oturalım.

Ses çıkardığımızda da ortalığı velveleye verip cazgırlıkla sesimizi kısmaya çalışıyorlar.

Onların işlediği her melanet özgürlük bizlerin insanî saikle melanetlerine karşı çıkışımız ise linç etmek oluyor!

İşte en son yaşadığımız vak’a. Bir ilahiyat profesörü Kur’an-ı Kerîm’den âyetler okuyup “Bu Allah dili olabilir mi? İnsani dil olamaz mı?” diyebiliyor. Üstelik bu profesör tefsir hocası ve tefsir yazmış!

Bu profesör daha önce de “Bazı zamanlar keşke Kur’an inmeseydi diyorum”, “Kur’anı’ı bir kenara bırakalım” gibi küfrünü açıkça beyan eden ifadeleri olmuştu.

“Küfrünü açıkça beyan eden ifadeler” demem âfâkî değil; elfâz-ı küfür bahsinin ilk derslerindendir Kur’an-ı Kerîm hakkında hangi beyanların insanı küfre götüreceği.

Âyet-i kerîmeler için “Bu Allah dili olabilir mi? İnsani dil olamaz mı?” diyebilen Mustafa Öztürk hakkında daha önce de yazmıştım. Sadece Öztürk değil ilahiyat fakültelerinin genelinde hakim olan İslâm’ın esaslarına yönelik, en basit ifadeyle şüphe uyandırıcı anlayışı eleştiren yazılar yazdım ve bu fakülteleri denetleyecek bir üst kurulun kurulması gerektiğini vurguladım.

İslâm’ın esaslarına yönelik ifsad söylemlerine tepki gelince “Bu benim düşünce özgürlüğüm” diyen ilahiyatçılar ne yazık ki benim düşünce özgürlüğüme saygı göstermediler. Mezkûr yazılarıma hakaretlerle mukabelede bulundular.

“Özgürce her şeyi tartışalım” diyen bu mâlûm ilahiyatçılar ne ilginçtir ki talebelerinden kendi görüşlerinden aykırı bir görüş duymak istemiyorlar. Allah’ı, Peygamberimizi, Kur’an-ı, sahabeleri tartışan ve tartıştıran mâlûm ilahiyatçılar kendi görüşlerinin tartışılmasında hiç hoşlanmıyorlar. Elllerindeki not kozunu çocuklara baskı unsuru olarak kullanıyorlar.

İlahiyatta okuyan gençlerle bir araya geldiğimde hep hocalarından yana şikayetleri dinliyorum. “Hocanın inandığı gibi derste konuşmaz, imtihanda yazmazsak dersten geçirmiyor, derste içimizden tövbe ede ede hocanın istediği şekilde konuşuyoruz” diyorlar.

Alın size özgür düşüncenin yuvası ilahiyat fakülteleri!

Bu fakültelerde okuyan talebeler fakültedeki öğretim üyesi sayısı kadar dini anlayışa sahipler; derse giren her hocayla itikadlar değişiyor!..

Gömlek değiştirir gibi itikad değiştirmekten yorulan çocuklar dinden de yoruluyorlar.

Eh nasıl olsa bir hocası “Kur’an Allah’ın kelamı değil” diyor, diğer hocası da “Peygamber’den rivayet edilen sözler uydurmadır dinde esas kabul edilmez” diyor, bu durumda haliyle talebe de “Mâdem Kur’an Allah’ın kelamı değil Peygamber’in kelamı, Peygamber’den geldiği iddia edilen sözler de uydurma ve itibar edilmeyeceğine göre ortada İslâm dini diye bir şey kalmıyor” diyerek…

Mustafa Öztürk ve gibilerinin İslâm’ın esaslarına yönelik şüphe uyandıran, tahrif eden beyanlarını ilahiyat fakültelerinde “İslâm’ı öğretiyorum” diye talebelere anlatmalarına gösterilen tepki linç değil haklı bir tepkidir.

İlahiyatçıların bu halka bir açıklama yapma borçları vardır. Çocuklarını İslâm’ı daha iyi öğrensin diye ilahiyat fakültelerine gönderen halkımıza ilahiyatçılar cesurca çıkıp, “Biz burada İslâm dinini öğretmiyoruz. Biz burada çocuklarınızın aklına İslâm hakkında şüpheler sokuyoruz. Zaten bu fakülteler İslâm münekkidleri yetiştirmek için kuruldu” desinler. Halkımız da bilsin okul bitince çocuklarının ne olacağını!

Bir de kendileri gibi düşünmeyen hocalar azgın Kemalistler tarafından linç edilirken onlara erketelik yapanların “Beni linç ediyorlar” diye yakınma hakkı yok!

Yakup KÖSE, 4 Aralık 2020 Cuma, Star Gazetesi

20 Eylül 2016 Salı

Said-i Nursi'nin Tuhaf Bir İfadesi

Prof. Dr. Zekeriya Kurşun istifadeli bir makale kaleme almış:

http://www.zekeriyakursun.com/ii-abdulhamidi-tahttan-kimler-indirdi/

Not: 24.03.2021 tarihinde kontrol ettiğimde bu link çalışmıyordu. Aynı makaleyi şurada bulabildim: 


Yazıdaki şu pasaj dikkatimi çekti:

Yukarıda belirtilen yazısında “söz söyleme hakkına haiz olduğunu” söyleyip, bunlardan bir kaçını sıraladıktan sonra 7. madde olarak, “Hilafete dair bir rüyadır diyen Bediüzzaman II. Abdülhamid’e hitaben şöyle bir diyaloğu kurgulamıştır:

“Alem-i manada padişahı gördüm. Dedim; sen zekatü’l ömrü Ömer-i Sâni’nin mesleğinden sarf et: Tâ ki meşrutiyet riyasetine lazım ve biâtın manası olan teveccüh-i umûmiyeyi kazanasın.

Padişah dedi: Ben onun yolunda gideyim, siz de ol zaman ehlini taklid edebilirsiniz. Nerede sizlerde onlardaki kuvvet-i İslamiyet ve safvet ve ahlak!

Ben dedim: Bizdeki tenebbüh-i efkâr-i umumî ve tekemmül-i mebâdi ve vesâit ve ihata-i medeniyet o noktaların yerini tutmakla hem o noktaları istihsal, hem de netice-i matlûb olan adalet ve terakkiyi intaç edebilir. Düvel-i ecnebiyenin adaleti bunu ispat eder.

O dedi: Nasıl yapacağım?

Dedim: İstibdat, kalb-i memâlik olan İstanbul’da kan bırakmadığından hüsn-i niyyeti gösterir bir şefkat ile meşrutiyeti kansız kabul ettiğin gibi menfur olmuş Yıldız’ı mahbûb-i kulub etmek için eski zebaniler yerine melâike-i rahmet gibi muhakkikin-i ulemayı doldurmak ve Yıldız’ı Darülfünün gibi etmek ve ulum-i İslamiyeyi ihya etmek ve meşihat-i İslamiyeyi ve Hilafeti mevki-i hakîkisine is’ad etmek ve milletin kalb hastalığı olan za’f-i diyanet ve baş hastalığı olan cehaleti servet ve iktidarınla tedavi etmekle Yıldız’ı Süreyya kadar i’lâ et. Tâ hanedan-i Osmanî ol burc-i hilafette pertevnisâr-i adalet olabilsin. Hem dehavâic-i zaruriyyeye iktisad et. Tâ alıştırılmış olan israfata iktidari olmayan biçare millet deiktida etsin. Madem ki imamsın. Birden rüyadan uyandım. Gördüm ki, asıl bu alem-i yakaza rü’yadır! Asıl uyanmak ve hakikat o rüya imiş.”


(Volkan, sayı 84, 407)

Z. Kurşun burada "zebani" kelimesinin geçtiği ifadeyi bugünkü Türkçe ile şöyle açıklamış:

“Kansız bir şekilde meşrutiyeti ilan ettiği gibi nefret edilen Yıldız sarayının etrafındaki “zebanileri” yani devlet ricalini de değiştirmesini; onların yerine ulemayı koymasını ve Sarayı Üniversite gibi yaparak dini ilimleri ihya etmesini ve böylece hilafeti gerçek mevkiine çıkarmasını ister Bediüzzaman.

Yorum: Din âlimi olarak bilinen Said-i Nursi’nin “zebani” kelimesini kullanış tarzı itikadî açıdan problemlidir ve F. Gülen’in Cebrail aleyhisselama karşı saygısız ifadesini hatırlatmaktadır. Temel akaid ve ilmihal kitaplarında yazdığına göre, melekleri küçültücü şeyler söylemek kişiyi imandan çıkarır. Mesela "Senin bakışın bana Azrail gibi geliyor" demek. Veya "Cebrail bile söylese inanmam" demek. "Çocuklarınızı iyi yetiştirmezseniz, zebani olur" demek.

Murat Yazıcı

6 Eylül 2016 Salı

İbni Teymiyye Hakkında Bazı Vesikalar

(Aşağıdaki vesikaların ve yorumların tamamı Dr. Ebubekir Sifil'in Twitter hesabından iktibastır.)

İbn Teymiyye'nin hatalarıyla yüzleştiğinizde niçin kimyanız bozuluyor? Bunun adı putlaştırma değilse nedir?

Tasavvuf ehline "şeyhleri putlaştırıyorlar" diye saldıranlar; siz hiç aynaya bakmıyor musunuz?


Kitap, Sünnet ve Selef, tecsim inancını reddeder mi diye endişe ediyorsanız Şeyh-i İslamınız etmez diyor. Rahat olun!












Teşbih inancını nasıl Selefîlik olarak yutturduklarını da anlatsınlar size, dürüstseler şayet.
















Siz anlamazsınız, Ağababalarınıza götürün size tercüme etsinler.




















Bakın Efendimiz (s.a.v) Rabbini nasıl görmüş.





















Sahabe'ye hakaret eden kimmiş?






















İbn Teymiyye'nin Selef'e/Ehl-i Sünnet'e attığı bir diğer iftira:Mecmû'u'l-Fetâvâ, XVI, 335-7:


















İbn Teymiyye'nin Selef'e/Ehl-İ Sünnet'e iftiraları toplansa kitap olur. 

Kaynak: Dr. E. Sifil

İlaveler (7.05.2022):

Bu blogda bir başka yazıda şu pasajı aktarmıştım: Hâfız İbni Hacer el-Askalânî, Ed-duraru’l-kâmine isimli kitabında, İbni Teymiyye'nin sahabenin büyükleriyle ilgili sözleri hakkında alimlerden bazı nakiller yapmaktadır: “İbni Teymiyye Ömer ibnu’l-Hattab’a üç talak meselesinde ve Hazret-i Ali'ye de on yedi meselede Kur'anın nassına muhalefet etti diye isnadda bulunmuştur. Hazret-i Ebu Bekir ne dediğini bilen yaşlı birisi olarak müslümanlığı kabul etti, ama Hazret-i Ali çocukken İslamiyeti kabul edip bir kavle göre çocuğun İslamiyeti sahih değildir, demesi ve yine Hazret-i Ali hakkında, kendisi Ebu Cehil'in kızını istemiş ve ölünceye kadar onu severek unutmamıştır, demesi üzerine alimler ona münafıklığı isnad etmişlerdir. İbni Teymiyye Hazret-i Osman hakkında (Osman malı severdi) demiş ve (Peygamberden -aleyhisselam- istigasede bulunulmaz) dediği için ona zındıklık isnad etmişlerdir.” (Bera’atü’l-Eş’ariyyin min Akaidi’l-Muhâlifin, s.410.)

Yukarıda E. Sifil'den aktardığım yazısında İbni Teymiyye Hz.Ali ve Hz.Ömer'in nasslara aykırı fetvaları olduğunu söylüyor (Minhacü's-Sünne, c.7, s. 502). Bu delil, yukarıda İbni Hacer'den aktarılan yazı ile uyumludur. "Hazret-i Ebu Bekir ne dediğini bilen yaşlı birisi olarak müslümanlığı kabul etti, ama Hazret-i Ali çocukken İslamiyeti kabul edip bir kavle göre çocuğun İslamiyeti sahih değildir, demesi" hakkındaki vesika aşığıda verilmiştir:

   





4 Eylül 2016 Pazar

Said-i Nursî Hakkında Bazı Vesikalar

Meşrutiyet hükümeti için "İsa aleyhisselâmın doğuşu gibi bir mucize" benzetmesi yapıyor, Sultan Abdülhamid'i rahimehullah sevenlerin "Ah ne olurdu, ben bir toprak olaydım" dediklerini söylüyor:


Rusya'daki Hıristiyanların şehid olacağını söylüyor:


Sultan Abdülhamid'e karşı Ermeni dostlarıyla ittifak:


CEMALEDDİN EFGÂNÎ EFSANESİ

Cemâleddin Efgânî, kısa, fakat çok hareketli bir ömür sürdü. Ancak faaliyetlerinin neticesini hayatta iken pek elde edemedi. Ölümünden sonra, Abduh başta olmak üzere önde gelen talebelerinin meydana getirdiği Efgânî efsanesi, Afganistan'da doğumu ve tahsili gibi Sünnî arkaplan ile başlayan, Şiî kimliği ispatlandığı halde, hâlâ Sünnî olduğu iddiasının sürdürüldüğü standart çarpıtılmış bir hikâyedir. Efgânî biyografileri, hep sübjektif ve yanıltıcı olan Abduh ve Corci Zeydan ile yeğeni Lütfullah'a dayanır. O kendisi hakkında hiçbir zaman gerçeği konuşmamış; hayatını dostları yazmıştır. Bunlar da, onu Müslümanlar nezdinde aklama gayesi güder. Abduh, Efgânî'nin en sevdiği ve işgal komiseri Lord Crommer'e tavsiye edip Mısır müftüsü yaptığı talebesidir. Oryantalistler ise, başka bakımdan Efgânî'yi çok över. Ama aklı başında ayakları yere basan biri, her ikisinden de doğru bir senteze varabilir. Zira hepsi, "Şecaat arzederken merd-i kıbtî, sirkatin söyler" meyânındadır.

Efgânî'nin, küçük bir Afgan Tarihi ile maddeciliği tenkit etmek için yazılmış teolojik bir eser olmaktan ziyade, siyasî bir hiciv hususiyeti taşıyan Reddü ale'd-Dehriyyîn adlı eseri; ayrıca çeşitli gazete ve mecmualarda yazılmış makaleleri bulunmaktadır. Efgânî'nin fazla bir ilmî mesaisi olmadığı anlaşılıyor. Zeki olduğu ise katidir. Zaten ilmiyle değil, daha çok hareketli politik hayatı ile öne çıkmıştır.

"Maskara"

Efgânî, İstanbul'da iken bazı okumuşlara tesir etti. Batıcılık, Türkçülük ve İslâmcılık gibi cereyanların mensupları, ayrı fikir ve inançta olmalarına rağmen, onu hoca kabul ettiler. Hayatı boyunca, gidip gezdiği yerlerde daima tefrika bırakan Efgânî'nin hayattaki tek muvaffakiyeti Nâsirüddin Şah suikastıdır. Fikirlerinin mahsulleri, öldükten sonra, İslâmiyetin çözülmeye başladığı II. Meşrutiyet'ten itibaren revaç buldu. Abdullah Cevdet, Ahmet Agayef, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul, Şemseddin Günaltay tarafından benimsendi. Günaltay kendisini, "Şeyh [Efgânî], peygamber kadar şâyân-ı hürmet; ona itiraz edenler, Ebu Cehl kadar lânete müstehaktır. Çünkü Peygamberin zamanındaki İslâmlığı yeniden diriltmeye kalkışmıştır" diyerek medheder.

Başta Abduh ve Reşid Rıza olmak üzere İslâm dünyasındaki modernistlerin düşünüş tarzını şekillendirdi. Reşid Rıza, Efgânî'nin aşırılıklarını törpüleyerek, modernizmi hizaya soktu. Efgânî, talebeleri vasıtasıyla Musa Cârullah'a, Mehmed Âkif'e ve daha da şaşırtıcı bir şekilde Said Nursî'ye tesir etti. Âkif, Safahat'ta kendisinden övgüyle bahsetmiş; "yeni Cemâleddinler yetiştirme reçetesi" vermiştir. Hiç görmediği Efgânî'yi temize çıkarmak için yazılar yazmış; Efgânî'nin kovulmasını, İstanbul ulemasının hasedine bağlamıştır.

Nursî, 1892'de Efgânî'nin Mardin'de tanıştığı bir talebesi vâsıtasıyla onun yoluna intisab ettiğini söyler. İnanç ve amel bakımından apayrı bir yolda bulunmasına rağmen Efgânî'den, "Beni hakka irşad eden bir zât" diye bahseder; "Siyasetteki muktesit mesleği [ortalama yolu] bana gösterdi" diyerek ittihad-ı islâmdaki selefleri arasında Tahsin, Abduh ve Ali Süavi ile beraber, onu da sayar. [Tarihçe-i Hayat, 41, 65]

Efgânî'nin içyüzü yavaş yavaş ortaya çıkınca, "intisab etme" kelimesi, "âşinâlık peydâ etme" ile değiştirilmiştir. (*)

Ders vekili Filibeli Ahmed Halil Fevzi, Şeyhülislâm Mustafa Sabri, Yusuf Nebhanî gibi pek çok Sünnî âlim, Efgânî'ye reddiyeler yazıp, zındıklığına fetvâ verdiler. Safvet Paşa, "Mechûlü'l-efkâr ve'l-ahvâl [hal ve hareketi belirsiz] bir Efgânlı"; Sultan Hamid "İngiliz ajanı bir maskara"; Ebulhüdâ Efendi, "Hedefinden sapmış bir ok gibi dinden çıkmış bir mürted" diye tavsif eder. 1979 İran inkılâbından sonra Efgânî Efsanesi Türkiye'de yeniden canlandı. Zamane muhipleri, önceki ulemanın muhalefetini, Efgânî hakkındaki malumat azlığına bağlar; umumiyetle Urvetü'l-Vüskâ'daki yazılarına itibar eder; ama Renan'a yazdığı ve dinden çıkış vesikası olan mektubu görmezden gelirler. Öte yandan ulemaya havlayanlar, Efgânî-Abduh-Rızâ üçlüsü karşısında kediye dönerler.

Efgânî, sonradan çok dillere çevrilmiş bu Fransızca mektubunda der ki: "İlmin tekâmülünde İslâmiyet bir mâni teşkil eder.. [Hristiyan cemiyeti Hristiyanlık mânisini aştıktan sonra] hür ve serbest terakki ve ilim yolunda ilerlemektedir. Halbuki İslâm cemiyeti henüz dinî vesâyetten kurtulmamıştır... [İslâm] dini yerleştiği her yerde ilmi bertaraf etmek istemiş ve bu gayesini gerçekleştirmede, despotizmin yardımından çokça fâidelenmiştir. Dinler isimleri ne olursa olsun birbirlerine benzerler. Dinlerin felsefe ile uyuşmaları mümkün değildir. Din, insana iman ve itikadı zorla kabul ettirir. İnsanlık var oldukça din ile felsefe arasındaki mücâdele bitmeyecektir. Bu mücadelede, hür düşüncenin gâlib gelemeyeceğinden korkuyorum". [Keddie, 204]

Renan da Efgânî hakkında der ki: "Şimdiye kadar pek az kimse üzerimde bu kadar kuvvetli bir tesir meydana getirmiştir. İslâmlığın peşin hükümlerinden tamamen kurtulmuş biridir. Fikirlerindeki serbestlik, o büyük imansızlardan birinin dirilip karşıma çıktığı hissini veriyordu". [Journal des Débats, 1883] Bu mektubu tercüme eden nice Efgânî meddahı, "kâfir, imansız" manasına "infidéle" kelimesine, başka manalar vermiştir.

Ayakları yerden kesiliyor

Efgânî, Şeyhîlik adlı Bâtınî Şiî tarikatının tesirinde yetişti. Bunlar, her çağın kendine has yanılmaz mükemmel bir önderi olduğuna inanırlar. Mucizeleri te'vil yoluyla inkâr ederler. Liderleri mesîh, peygamber ve mukaddes kitap sahibi olarak ortaya çıkar. İran'da terörist faaliyetleri ile tanınan Bâbîlik de bu yoldan çıkmıştır. [Gencer, 458]

Efgânî'nin ömrü, Fârâbî gibi, şarkın uyanışı yolunda kendisiyle iş birliği yapacak bilge bir hükümdar arayışı ile geçti. Ümidini kaybedince de mehdi rolüne soyundu. Bunun için seyyid ve gerçek adının da Muhammed olduğunu iddia etti. Müridleri de kendisini mehdi olarak görüyordu. Halkın avam ve havas kanadına ayrı ifadeler kullanmaya dikkat ederdi. Meselâ İslâm âlemindeki yazılarında Sünnî gibi görünürken, Fransızca makalelerinde radikal vizyonunu gözler önüne sererdi. [Kedourie, 55] Hayatta en sevdiği şey sigara olduğu ve ölümüne kadar de elinden düşürmediği halde, sırf İran Şahı'na muhalefet için tütünün haramlığına fetvâ neşretmiş; bu vesileyle İran'da meşhur tütün protestosunda rol oynamıştır.

Şiî kültüründe yetişmesine rağmen, Şiî doktrininde de karşı olduğu yerler çoktur. Bu sebeple Şiî olduğuna kolay kolay kimse inanmaz. Sünnî-Şiî ayrımının Müslüman dünyasına zarar verdiğini düşünür; Halife Muaviye'yi Sünnî saltanatı kurduğu için ağır tenkit eder; ama İran'da Sünnî-Şiî birliğinden hiç söz etmezdi. [Mahzumi, 142] İslâm âleminin modernizm sayesinde kurtulacağına inanmıştı. "Sosyalizm, kalkınmak için yararlıdır. İslâmiyet, sosyalizm ile örtüşür" derdi. [Mahzumi, 149] İngilizlere pek aleyhtar gözükürdü; fakat ne yapsa, o zamanki İngiliz politikasına yarardı.

Osmanlıların, Rumeli'yi elde tutmaya çalıştıkları için zarara uğradığını; Âli Paşa'nın istediği gibi, elden çıkarsalardı, rahat edeceklerini söylerdi. Türklerin göçebe olduklarını; maddî güçten başka bir şeye mâlik bulunmadıklarını ve fethettikleri yerlere de medeniyet götüremediklerini iddia ederdi. Türklerin, İslâm'ı basit bir kulluk hissi ile kabul ettiklerini; ama Kur'an'ın manasını anlamaktan uzak kaldıklarını söylerdi. [Mahzumi, 72] Halifeliğin Kureyşîliğini müdafaa etmiş; Ortadoğu'da İngiliz menfaatlerinin hâdimi olmuştur. [Blunt, Gordon and Hartoum, 492] Arap milliyetçiliğini fişeklediği gibi, Türkçülük cereyanını körükleyen de odur. Makalelerini Türk Yurdu'nda neşreden Yurdakul, şeyhi ile aralarında tenasüh olduğuna inanırdı. [Gencer, 491]

Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, 13.04.2015

(*) Said Nursi'nin yeğeni Abdurrahman Efendi'nin yazmış olduğu içtimai reçeteler 1 kitabının içinde Bediüzzaman'ın tarihçe-i hayatı kitabı var. 1335de basılmış, Tenvir Neşriyat bunu 1990 da tekrar basmış, ondokuzuncu sayfasında yazıyor. Ayrıca Abdurrahman Nursi Bediüzzaman'ın Hayatı, Piran Yayınları ikinci baskı 1980 sayfa 38 de intisap kelimesi kullanılıyor sonradan talebelerinin bu ifadeyi değiştirdiği anlaşılmaktadır.

Yazıların Kaynakları

Bu sayfadaki yazılar genel olarak şu iki kategoriden birine girmektedir:
1. Gazete, dergi veya kitaplardan alınmış kısımlar veya makaleler. Bunların yazarları ve hangi kaynaktan alındığı açıkca belirtilmiştir. İstifadeli olduğunu ve mühim bilgiler ihtiva ettiğini düşündüğüm yazıları -muhtevalarını değiştirmeden- buraya aldım. Bu tür yazılarda ifade edilen görüşler yazarlarına aittir.
2. Kendi araştırmalarıma dayanan, çeşitli kitaplardan ve makalelerden istifade edilerek derlenmiş yazılar. İstifade edilen kaynaklar listelendikten sonra genellikle "Hazırlayan: Murat Yazıcı" ifadesi yazının sonuna eklenmiştir.
Bu sayfadaki yazıların mühim bir kısmını çeşitli forumlarda yayınlamıştım. Bu tür yazılarımı düzeltmeler ve ilaveler yaparak burada toparladım. Gerektiğinde eski yazılara yeni belge ve bilgiler ekliyorum.
Not: Sayfanın sol üst köşesindeki rakam, 3 Ocak 2009'dan bu yana bu sayfanın kaç kere görüntülendiğini göstermektedir. Bu rakama blog yöneticisinin girişleri dahil değildir.

Yazıların Kullanım ve Dağıtımı Hakkında

Bu sayfadaki yazıları kopyalayabilir ve kullanabilirsiniz. Buradaki herhangi bir yazıyı başka bir sitede yayınlarsanız, bu sayfaya ( http://muratyazici.blogspot.com/ ) bağlantı vermenizi rica ederim. Zamanla ilave başlıklar eklemenin yanı sıra, mevcut başlıklara da yeni belgeler eklemeyi planlıyorum. Bu sayfaya bağlantı verildiği takdirde, her okuyucu ilgilendiği yazının en yeni haline ulaşma imkânına sahip olacaktır.