"Eshâb-ı kirâmın hepsini ve Ehl-i beytin hepsini sevmek, saymak lâzımdır. Birini sevmemek, hepsini sevmemek olur. Çünkü, insanların en iyisinin sohbeti ile şereflenmek fazîleti, hepsinde vardır. Sohbetin fazîleti ise, bütün fazîletlerin üstündedir." (59. Mektub)
Hâfız Celâleddîn Süyûtî (vefatı m. 1505) rahmetullahi teâlâ aleyh diyor ki:
"Peygamberimizin Bir Özelliği de, Onunla Bir Lahzalık Buluşan Ve Onu Gören Kimsenin Sahabi Oluşudur: Evet, O'nun bir özelliği de budur. Fakat bir sahabi ile bir anlık buluşana, o sahâbinin tabiî denilmektedir. O kişiye, tabiî denilebilmesi için, o sahabi ile uzun müddet birlikte bulunması, uzun müddet onunla sohbet edip ondan faydalanmış olması aranır. Usûlcülere göre, en sahih kabul edilen söz, budur. Fark, hiç şüphesiz, Peygamberimizin peygamberlik makam ve mansıbının çok büyük ve yüksek olmasındandır. Peygamberlik nurunun ve feyzinin çok kuvvetli olmasından kaynaklanmaktadır. Bunun içindir ki, sevgili Peygamberimizin bir defacık bir arabiye bakışı, aslında kupkuru ve nasibsiz bulunan bu ârâbinin, nûr ve feyizle dolmasına ve onun bir sâhâbi olmasına yetmektedir. Artık o kuru ve cahil arabi, bir defacık Resûlüllahın nazarına mazhar olmakla, ilim ve hikmetle konuşan bir insan haline gelivermektedir." (Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 529.)
İmam-ı Kastalanî hazretleri diyor ki:
"Resulullah aleyhisselamın yüceliği, risalet makamının yüksekliği, nübüvvetinin nuru, öyle bir mertebede idi ki, şerefli bakışıyla baktığı kimse bir ahmak arabî de olsa, Allah'ın hikmetiyle söylemeye başlardı." (Mevahib, c.1, s.509)
Birgivî Vasiyetnamesi Şerhi'nde şöyle yazılı:
"Resulullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) mübarek meclisinde az bir zaman kalan bir Müslüman köylü, hikmet söylemeye başlardı." (s.147)
Hindistan'da yetişmiş büyük alimlerden Muhammed Senâüllah-i Osmânî Dehlevî, İrşâd-üt-tâlibîn adındaki kitabında buyuruyor ki:
"Eshâb-ı kirâmın her birinin, Eshâb olmıyan müslümanların hepsinden daha üstün oldukları sözbirliği ile bildirilmişdir. Hâlbuki, kıyâmete kadar gelecek olan islâm âlimleri arasında ilimleri ve amelleri, Eshâb-ı kirâmın bazılarının ilm ve amelleri kadar olanları çok vardır: Bundan başka, hadîs-i şerîfde, (Başkaları Allah rızası için Uhud dağı kadar altın sadaka verseler, Eshâbımın Allah yolunda verdiği yarım Sâ’ arpanın sevâbına kavuşamazlar) buyuruldu. Eshâb-ı kirâmın ibâdetlerinin böyle kıymetli olması, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sohbetinde bulunmakla, kalblerinde hâsıl olan (Bâtınî kemâl)lerinden dolayıdır. Onların bâtınları ya’nî kalbleri, Resûlullahın mubârek bâtınından nûr aldı. Bâtınları nûrlandı."
Büyük Malikî fıkıh ve hadis âlimi Kâdî Ebu'l-Fadl İyaz hazretleri diyor ki:
"Bir adam, Muafa b. İmran'a, Ömer b. Abdülaziz'in yanında Muaviye nerede kalır (diyerek, Ömer b. Abdülaziz hazretlerini üstün görünce), ona öfkelenerek şöyle der: Peygamber aleyhisselamın ashabına kimse kıyas edilemez. Muaviye, Peygamber aleyhisselamın ashabından, ailesinin akrabasıdır (zevcelerinden Ümmü Habibe'nin kardeşidir). Katib-i umumîsi, bilhassa vahiy katibidir." (Şifa-i Şerif, Resulullahın ashabına hürmet ve tazim kısmı, s.440)
İmam-ı Gazalî (rahmetullahi aleyh) hazretleri de buyuruyor ki:
"Allahü teâlâ ve Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem) onları [bütün sahabeyi] övmüştür. Hazret-i Muaviye (radıyallahü teâlâ anh) ve Hazret-i Ali (radıyallahü teâlâ anh) arasında geçenler, imamlığı elde etmek için değil, ictihad üzerinedir." (İhya, c.1, s.297)
İmam-ı A'zam Ebû Hanife rahimehullah diyor ki:
"BİZ RESULULLAHIN ESHABINI ANCAK HAYIRLA ANARIZ." (Fıkh-ı Ekber)
Osmanlı zamanının değerli âlimlerinden Ebu'l-Münteha'nın (rahimehullah) yazdığı Fıkh-ı Ekber Şerhi 5 asır boyunca okunmuş, okutulmuş bir eserdir. Ebu'l-Münteha (vefatı h.1000/m.1591), İmam-ı a'zam Ebu Hanife'nin sözünü şöyle izah eder:
"Sünnet ve cemaat ehlinin, Eshab-ı Kiram hakkındaki nezih itikadları, onları medhü sena etmek [övmek] ve hayırla anmaktır. Çünkü, Allahü teâlâ ve Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem) Eshab-ı Kiramı övmüştür. Hazret-i Ali radıyallahü teâlâ anh ve Hazret-i Muaviye radıyallahü teâlâ anh arasında cereyan eden hadiseler ictihad farkından dolayı idi." (Fıkh-ı Ekber Şerhi, Akçağ Yayınları, 2. baskı, 1998, s. 276)
İmam-ı Şaranî hazretleri de şu mealdeki hadis-i şerifi yazıyor:
(Sahabelerim arasında fitne bulunacaktır. Allahü teâlâ onların benimle arkadaşlık etmeleri dolayısıyla [benimle sohbetlerinin hatırı için] kendilerini mağfiret eder. Sonra onların ardından bir topluluk bu fitne yoluna uyacaklar da fitne sebebiyle [bu fitneyi dillerine dolayarak körükledikleri için] cehenneme girecekler.)
İmam-ı Şaranî sonra şunları söylüyor:
"Bu hadis-i şerif sahabelerin birbirleriyle olan harplerinin affedilmiş olduğuna delildir. Çünkü bu harp doğru bir yorumla olmuştur." (Muhtasaru Tezkireti'l Kurtubî, 6. Kısım)
İmam-ı Kurtubî diyor ki:
"Ashab arasında birçok muhalefet ve muharebeler olmuştur. Bununla beraber hiç biri diğerinin nifakına hükmetmemiştir. Onların bu husustaki hâlleri, ahkâm babında müctehidlerin hâlleri gibidir. Ya hepsi hakka isabet etmiştir denilir, yahut isabet eden bir tanesidir. Fakat hata eden mazur olur. Çünkü o reyine ve zannına göre muhataptır. İşte bunlardan birine meâzallah bir şeyden dolayı buğzeden kimse âsî olur; tevbe etmesi gerekir." (Kaynak: A. Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Sönmez Yayınevi, 1983; c.1, Bab:33, s.345)
Yine İmam-ı Kurtubî diyor ki:
"Derim ki: Ashabının tümü adaletlidir. Allah'ın gerçek veli kulları ve seçkinleridir. Peygamberlerden ve rasûllerden sonra bütün insanlar arasında seçtiği kimselerdir. Ehl-i sünnetin mezhebi ve bu ümmetin imamlarının bulunduğu cemaatin benimsediği kanaat budur." (Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 16/218-221) (Not: Ayrıca bkz. Hucurat Suresi tefsiri)
Hâfız İbni Hacer el-Askalânî diyor ki:
http://hadith.al-islam.com/Page.aspx?pageid=192&BookID=33&TOCID=3915
وذهب جمهور أهل السنة إلى تصويب من قاتل مع علي لامتثال قوله تعالى ( وإن طائفتان من المؤمنين اقتتلوا ) الآية ففيها الأمر بقتال الفئة الباغية ، وقد ثبت أن من قاتل عليا كانوا بغاة ، وهؤلاء مع هذا التصويب متفقون على أنه لا يذم واحد من هؤلاء بل يقولون اجتهدوا فأخطأوا
مصدر: فتح الباري بشرح صحيح البخاري, في شرح الحديث رقم 6692
İbni Hacer'in sözleri Bera'atü'l-Eş'ariyyin kitabında şöyle nakledilmektedir:
Ehl-i sünnet alimlerinin cumhuru ise Hucurat Suresinin 9. ayet-i kerimesine dayanarak Hazret-i Ali ile savaşa çıkanların reyini tasvip etmişlerdir ki, bunda baği taifesine karşı savaşmak için emir vardır. Ali'ye karşı savaşanların baği oldukları da sabittir. Ama adı geçen cumhur alimler bu tasvipleriyle beraber "buğat"tan olan hiç birisinin kınanmadıklarına dair ittifak edip, onlar müctehid olup ictihadlarında yanılmışlardır, demişlerdir. (Fethü'l-Bari, c.13, Kitabü'l-Fiten, "Muhakkak bu oğlum (Hasan) efendidir..." mealindeki hadis-i şerifin şerhi. Kaynak: Ebu Hamid bin Merzuk, Bera'atü'l-Eş'ariyyin, Bedir Yayınevi, 1994, s. 510).
Yine Hâfız İbni Hacer el-Askalânî diyor ki:
http://hadith.al-islam.com/Page.aspx?pageid=192&TOCID=299&BookID=33&PID=853
قال الحافظ إبن حجر في "فتح الباري": فإن قيل كان قتله بصفين وهو مع علي والذين قتلوه مع معاوية وكان معه جماعة من الصحابة فكيف يجوز عليهم الدعاء إلى النار؟ فالجواب أنهم كانوا ظانين أنهم يدعون إلى الجنة، وهم مجتهدون لا لوم عليهم في اتباع ظنونهم، فالمراد بالدعاء إلى الجنة الدعاء إلى سببها وهو طاعة الإمام، وكذلك كان عمار يدعوهم إلى طاعة علي وهو الإمام الواجب الطاعة إذ ذاك، وكانوا هم يدعون إلى خلاف ذلك لكنهم معذورون للتأويل الذي ظهر لهم
مصدر: فتح الباري بشرح صحيح البخاري, في شرح الحديث رقم 436
Prof. Dr. İbrahim Canan "Vay Ammar'a! Onu bâği bir grup öldürecek. Bu, onları cennete çağırır, onlar da bunu ateşe çağırır!" mealindeki hadisi naklettikten sonra İbni Hacer'in bu sözlerini şöyle naklediyor: Ammar, Sıffin'de öldürülmüştür. Hz. Ali cephesinde idi. Karşı tarafta ise Hz. Muaviye vardı. Hz. Muaviye'nin yanında bir kısım sahabe de vardı. Bu durumda şu soru hatıra gelebilir: "Onların ateşe çağırmaları nasıl caiz olur?" Bu soruya İbni Hacer şu cevabı verir:
Prof. Dr. İbrahim Canan "Vay Ammar'a! Onu bâği bir grup öldürecek. Bu, onları cennete çağırır, onlar da bunu ateşe çağırır!" mealindeki hadisi naklettikten sonra İbni Hacer'in bu sözlerini şöyle naklediyor: Ammar, Sıffin'de öldürülmüştür. Hz. Ali cephesinde idi. Karşı tarafta ise Hz. Muaviye vardı. Hz. Muaviye'nin yanında bir kısım sahabe de vardı. Bu durumda şu soru hatıra gelebilir: "Onların ateşe çağırmaları nasıl caiz olur?" Bu soruya İbni Hacer şu cevabı verir:
"Onlar, cennete çağırdıklarını zannediyorlardı. Onlar müçtehid oldukları için, zanlarına uymaları sebebiyle levm edilemezler. Cennete çağırmaktan murad, onun sebebine çağırmaktadır. Bu da imama itaattır. Nitekim Hz. Ammar, onları Hz. Ali'ye itaat etmeye çağırıyordu. O sırada itaat edilmesi vacib olan imam da Hz. Ali idi. Öbürleri ise bunun hilafına çağrı yapıyorlardı. Lakin onlar da kendilerine zahir olan te'vil sebebiyle mazur durumda idiler." (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/507-509.)
İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki:
Fıkh âlimlerinden bazısı hazret-i Mu’âviye “radıyallahü anh” için (Cevr), yanî zulm etdi, demiş ise de, bundan maksadları, hazret-i Emîrin hilâfeti zamanında kendini halîfe ilân etmesi haksız idi, demekdir. Yoksa, yoldan çıkmak ve günâh alâmeti olan zulm demek değildir. Bu sûretle sözleri, Ehl-i sünnet büyüklerinin sözlerine uymuş olur. (251. mektupdan)
Hâfız İbni Hacer-i Mekkî hazretleri "baği" kelimesinin bu çerçevede kullanımını şöyle açıklıyor:
"Hazret-i Muaviye'nin taraftarı olan taife gerçi baği (Halife Hazret-i Ali'ye karşı çıkmış bir taife) ise de, bu çıkış -şeriat hükmünde- fasıklık olmayan bir bağiliktir. Zira onların çıkış hadisesi ancak şeriata dayanan bir te'vil ile olduğu için, Hazret-i Muaviye'nin taifesi bu hususda özür sahibidir." (es-Sava'iku'l-Muhrika, 11. Bölüm: Ehl-i Beytin Faziletleri, s. 467)
Yine Hâfız İbni Hacer-i Mekkî diyor ki:
"Hazret-i Ali ve ehl-i beytin hakiki düşmanları Haricî taifesi ile Şam halkından onlara benzer kimselerdir. Sahabeden Muaviye ve benzeri değillerdir. Çünkü Muaviye ve arkadaşları Hazret-i Ali ve taraftarlarıyla yaptıkları münakaşa ve ihtilafları hususunda ictihadlarına dayanıp te'vil sahibi olduklarından dolayı, Allah'tan onlara bir ecir, Hazret-i Ali ve ona tabi' olanlara iki ecir vardır. Allah hepsinden razı olsun." (es-Sava'iku'l-Muhrika, Bedir Yayınevi, s. 348-349)
Büyük İslam alimi İmam-ı Kastalanî de şöyle buyuruyor:
"Birçok ayet ve hadislerle sahabe-i kiramın adaletleri sabittir. Hiçbirini kınamak caiz değildir. Fitneye uğramış olsun veya olmasın onlara iyi niyet beslemek vaciptir. Fitneye uğrayanlar, görüş ve düşünceleri sebebiyle uğradılar. Nefislerinin arzu ve heveslerine uyarak değildi....Onların gösterdikleri fazilet ve kerametler önceki toplumlarda asla görülmemiştir ve onlardan sonra gelenlerin hiçbiri onların mertebesine ulaşmamıştır. Bütün bu mutluluğa erişmeleri Rasulullahın (aleyhisselam) mübarek bakışının etkisi ve bereketi sayesinde idi." (Mevahibü Ledüniyye, 1. cild, 5. bölüm)
Büyük alimlerden Muhammed Hadimî hazretleri "Onları hayırla yadederiz" başlığı altında diyor ki:
"İşte bu gibi ihtilaflar ictihaddaki hata üzerine dayandırılır. İctihadda hata eden ise muahaze olunmaz. Bilakis isabet edenin yarısı kadarıyla sevap kazanır." (Berika, c.2. s.95)
"Cumhur dedi ki: Onlardan birisine söven tazir olunur. Ebü'ssuud fetvalarında Hz. Muaviye'ye (radıyallahü anh) sövülmesi ve ona ta'n olunması hakkında fetva soran kimseye: Şiddetli bir vuruş ile ve kurtuluş alameti ve sadık tevbe zahir oluncaya kadar ebedi olmak üzere hapsedilir, diye cevap verdi." (Berika, c.2, s. 161)
İmam-ı Malik radıyallahü anh diyor ki:
"Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem Eshabından birine, mesela Ebû Bekr'e veya Ömer'e veya Osman'a veya Mu’âviye'ye veya Amr ibni Âs'a radıyallahü anhüm söven ve onları kötüleyen bir kimse, eğer yoldan çıkdılar, kâfir oldular dedi ise, bu kimseyi öldürmelidir. Yok eğer başka bir ayıb ve kusur ile kötüledi ise, şiddetli dövmelidir." (Kadı Iyaz, Şifa-i Şerif)
Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi isimli eserde şu yazılar mevcuttur:
“Saîd İbnu'l-Müseyyeb, Hz. Ömer (radıyallahu anh)'tan naklediliyor: "Demişti ki: "Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı dinledim, buyurmuştu ki: "Ben, Rabbimden Ashabımın benden sonra düşeceği ihtilaf hakkında sordum. Bunun üzerine şöyle vahyetti: "Ey Muhammed! Senin Ashabın benim nezdimde, gökteki yıldızlar gibidir. Bazıları diğerlerinden daha kavidirler. Her biri için bir nûr vardır. Öyleyse, kim onların ihtilaf ettikleri meselelerden birini alırsa, o kimse benim nazarımda hidayet üzeredir."Hz. Ömer der ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (devamla) ilave etti:"Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayeti bulursunuz." [Rezîn tahriç etmiştir. (Hadisin birinci kısmını Câmi'u'us-Sağîr'de Suyutî kaydeder (Feyzu-Kadîr 4, 76). İkinci kısmı da İbnu Abdi'l-Berr, Câmi'u'l-İlm'de kaydetmiştir (2, 91).]
AÇIKLAMA: Münâvî şu açıklamayı sunar: "Ashabın ihtilafı rahmettir. Zira onların (ihtilaf ve) kavgaları dünya için değil, din içindir. Onlar dünya açısından ayrılmış olsalar da tevhîd meselesinde tek bir ruh gibidirler. Hepsi de dine ve din ehline yardımcı oldular. Şirke ve onun temeline darbe indirdiler, pek çok diyarları İslâm adına fethettiler. Küffârı kovup fâcirleri dize getirdiler, takva kelimesine davet ettiler. ..." İslâm ülemâsı bu hadisin mefhumuyla âmel etmiştir. Hadis, siyasi meselelerdeki ihtilafın sahabelere bir ta'n vesîlesi olmayacağını bildiriyor. Onlar, görüşlerinde dinin menfaatini arıyorlardı. İyi niyetli yaptıkları içtihad, ihtilafa sebep olmuştur. Niyetleri hâlis olduğu ve müçtehid oldukları için onlar bu ihtilaf sebebiyle ta'n edilemezler.” (Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/418)
Ahmed Davudoğlu hoca da Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi’nde (Eshabımdan kimseye sövmeyin! Çünkü biriniz Uhud (dağı) kadar altın infak etse, onların bir ölçeğine veya yarısına erişemez.) mealindeki hadis-i şerifi takiben İmam-ı Nevevi’nin şu sözlerini bildiriyor:
“Nevevî diyor ki: (Fitnelere karışmış olsun olmasın eshab-ı kirama sövmek haramdır; haram kılınan kötülüklerdendir. Çünkü onlar müctehiddirler. Sahebenin faziletleri bahsinde izah ettiğimiz gibi, onlar bu harbler hususunda tevilcidirler.)” (Sönmez Yayınevi, 1983; c.10, Bab:54, s.465)
Yine Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi’nde şunlar yazılı:
“Nevevî diyor ki: Olup biten harplere gelince: Bu harpler sebebiyle her taifede bir şüphe hâsıl olmuştu ki, bu şüphe sebebiyle her taife kendinin doğru hareket ettiğine inanıyordu. Ashabın hepsi âdildirler. Allah-onlardan razı olsun. Harblerinde ve sâirede ise tevilcidirler. Bu te'vilcilik onlardan hiç birini adaletten çıkarmamıştır. Çünkü onlar müctehiddirler. İctihadi bir takım meselelerde ihtilâf etmişlerdir. Nitekim onlardan sonra gelen müctehidler de kan ve sâire meselelerinde ihtilâf etmişlerdir. Bundan, onlardan herhangi birinin eksik taraflı olması lâzım gelmez. Bilmiş ol ki, bu harblerin sebebi, dâvaların şiddetle birbirine benzer olmasıdır. Bundan dolayı ashabın ictihadları muhtelif olmuş, kendileri üç kısma ayrılmışlardır. Bir kısma göre ictihad sayesinde hakkın bu tarafda olduğu, muhalifinin âsî sayıldığı anlaşılmıştır. Bunların itikadına göre âsî ve bâği olan muhalifle harbetmek vâcibdir. Onlar da bunu yapmıştır. İkinci kısım birincilerin tam aksinedir. Onlar da ictihad sayesinde hakkın karşı tarafda olduğunu anlamışlardır. Binâenaleyh o tarafa yardım etmek vâcibdir. Üçüncü kısım hiç bir tarafı tercih edemeyip hayrette kalanlar ve ne hüküm vereceğini bilemeyenlerdir. Bunlar her iki fırkadan uzak kalmışlardır. Bu hareket onlar hakkında vâcibdir. Çünkü: Bir müslümanın ölümü hakettiği anlaşılmadıkça üzerine hücum etmek helâl değildir. Bunlar iki tarafdan birinin tercih edileceğini ve hakkın onunla olduğunu anlasalar yardımdan geri kalmaları caiz olmazdı. Binâenaleyh hepsi mazurdurlar, Allah kendilerinden razı olsun. Bundan dolayıdır ki, Ehl-i Hak ve icmâına îtimad olunan ulemâ bu zevatın şahitliklerinin ve rivayetlerinin kabulüne, adaletlerinin kemâline ittifak etmişlerdir.” (Sönmez Yayınevi, 1983; c.10, Bab:1, s.207)
Yine Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi’nde şu bilgiler naklediliyor:
Nevevî diyor ki: «Bu rivayetler, Hz. Ali'nin haklı, Hz. Muaviye taraftarlarının haksız ve müteevvil olduklarını sarahaten göstermektedir. Yine bu rivayetlerden her iki taifenin de mü'min olduklarına, birbirleriyle harp etmekle dinden çıkmadıklarına, fâsık dahî olmadıklarına sarahaten delil vardır. Bizim mezhebimizle bu bâbda bize muvafakat eden ulemânın mezhepleri budur.»
Kelâm ilminde beyân olunduğu vecîhle Alî Muâviye (Radiyallahü anh) hazerâtının muharebeleri hakkında ileri geri söz söylememek, kendini hakem mevkiine çıkararak birini haklı diğerini haksız görmemek, her iki sahâbî müctehid oldukları için bu bâbdaki hatâyı ictihâdda hatâ sayarak, her ikisi hakkında da (Radiyallahü anh) demek ehl-i sünnetin şiarıdır.
İmam Gazâlî (450 - 505)'nin rivayetine göre büyüklerden bir zât rüyasında kıyametin koptuğunu görmüş, Alî ile Muâviye hazerâtını getirmişler, dâvaları görüldükten sonra Hz. Alî: «Kabe'nin Rabbine yemin ederim ki dâva lehime hükmolundu.» diyerek gitmiş; ondan sonra Hz. Muâviye görünmüş, o da: «Kabe'nin Rabbine yemin ederim ki Rabbim beni affetti.- diyormuş. (a.g.e, c.5, Bab:47-48, s.519)
Kâdî Ebû Bekr ibn-ül-Arabî rahimehullah (vefatı h.543/m.1149) diyor ki:
"Burada bizi teselli edecek bir şey varsa, o da Peygamberimizin sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem fitnelerden bahsedip ileride olacaklara işaret etmesi ve haber vermesidir. Şöyle ki, Peygamberimiz sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem Haricilerle ilgili ikazlarda bulunup şöyle buyurmuştur: (Onları iki taifeden hakka en yakın olanı öldürecektir.) [Müslim, Zekat, 150-151 ve 152 (2458), Ebu Davud, Sünnet, 12 (4667).] Böylece de birbirleriyle savaşan iki taifenin de [Hazret-i Alî radıyallahü anh ve Hazret-i Muâviye radıyallahü anh taraflarının] hak üzere oldukları, ancak bunlardan Hazret-i Alî taraftarlarının hakka daha yakın olduğu ortaya çıkmışdır. ...Ayrıca Ammar b. Yasir radıyallahü anh hakkında şöyle buyurmuştur: (Onu, bağiler öldürecektir.) Hazret-i Hasan radıyallahü anh hakkında da şöyle buyurmuştur: (Bu oğlum seyyiddir. Umulur ki, bu oğlum aracılığı ile Allahü teâlâ, Müslümanlardan iki büyük grup arasını düzeltir.) Bunun neticesi olarak Allahü teâlâ Hazret-i Hasan'a kendisini hilafetten azlederek Müslümanların arasını bulmayı ve onları ıslah etmeyi güzel göstermiştir. Yine rivayet olunduğuna göre, Hazret-i Osman'a radıyallahü anh rüyasında asilere karşı direnmeme iznini Peygamberimiz sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem vermiş ve ona geceleyin iftarı kendi yanında açacağını bildirmiştir. [Ahmed b. Hanbel, Musned, 1/72] Bütün bunlar [İslam'ın koyduğu] münakaşa ve mücadele kuralları içerisinde cereyan etmiş olan işler olup fıkhın belirlemiş olduğu yollardan herhangi birinin dışına da çıkılmış değildir. Hata edenin bir sevab, isabet edenin de on sevab kazanacağı ictihad metodunun sınırlarının da dışına çıkılmış değildir. Burada zikrettiklerimiz dışında tarih kitaplarında yer alan rivayetlerin hiç birinin ilmi değeri yoktur. Bu itibarla onlara itibar etmeyin. Çünkü bu rivayetlerin hepsi asılsızdır." (el-Avâsım mine'l-Kavâsım, Rağbet Yay., 2009, s. 89-90)
Hafız İbni Hacer diyor ki:
Hadis ravisi Müslim'in en yüce şeyhlerinden, asrının imamı olan Ebu Züra er-Razi demiş ki: "Birisi, Resulullah'ın (aleyhisselam) eshabından birisini noksanlıkla ayıplarsa, gerçekten o kimsenin zındık olduğunu bil. Çünkü Resulullahın (aleyhisselam) peygamberliği doğrudur. Kur'an-ı kerim de doğru bir kitapdır ve Peygamber'in (aleyhisselam) getirdiği din de hakdır. Bunların hepsinin hak, doğru oldukları itikadı bize sahabeden gelmiştir. Onları (sahabeleri) cerh eden, ayıplayan kimse, ancak Allah'ın kitabını, Resulü'nün sünnetini iptal etmek ister. Öyle ise cerh edilmek o kimseye daha yakışır ve zındıklık, sapıklık, yalan söylemek, fâsıklık nitelikleriyle nitelenmeye o kimse herkesden daha layıktır." (Es-Savaiku'l-Muhrika)
Gümüşhanevî hazretleri de şöyle buyuruyor:
"Ehl-i sünnet ve'l-cemaat mezhebine göre, bütün sahabeler, Resulullah'ın (aleyhisselam) övdüğü gibi tezkiye edilir ve övülürler. Hz. Ali ve Hz. Muaviye arasında meydana gelenler bir ictihad meselesidir. Bunun aksini iddia edenler doğru yoldan sapmış olurlar." (Ehl-i Sünnet İtikadı, Bedir Yayınevi, 7. Baskı, s.84, 73 nolu dipnot)
Şeyhülislam Merginanî rahimehullah diyor ki:
"Sahabe ve tabiinleri açıkca tahkir eden kimsenin şahidliği geçersizdir. [Çünkü onun fâsıklığı açığa çıkmıştır.]" (el-Hidaye, Kahraman Neşriyat, c.3, s. 218)
Hakim Semerkandî diyor ki:
İnanan bir kimsenin Resûlullah'ın aleyhisselam sahabileri aleyhinde konuşmaması, gıybetlerini yapmaması lazımdır. Onlara ta'n eden sapık ve bid'atçıdır. Zira efendimiz (Eshabım yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hakikata varırsınız.) buyurmuştur. Diğer bir hadis-i şerifte buyruldu ki: (Eshabıma kin tutan münafıktır.) O halde ey kardeşim, dilini onlardan uzak tut da aleyhlerinde bulunma. Akıllılara bu kadar söz yeter. (Sevad-ı A'zam, Bedir Yayınevi, s.55)
Hafız İbni Hacer-i Mekkî hazretleri de şu hadisleri yazıyor:
(Allah'ım, onu [Muaviye’yi] hâdi ve muhdi eyle) (Yani, Onu doğru yola ulaştır ve doğru yola ulaştırıcı eyle!)
(Allah'ım, Muaviye’ye kitabet ve hesap öğret ve onu azabtan koru.)
Sonra diyor ki:
"Hiç şüphe yok ki, Hz. Peygamber aleyhisselamın duası müstecaptır (kabul olunur)." (Es-Savaikul-Muhrika, 11. Bölüm. s.466)
Kâdî Ebu'l-Fadl İyaz hazretleri de, "Resulullahın bütün duaları kabul edilirdi" başlığı altında "Muaviye'ye dua etmiştir ve onun duası sayesinde halife olmuştur" diyor (Şifa-i Şerif, s.326).
İmam-ı Kastalanî diyor ki:
"Resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem katiblerinden biri de Hazret-i Muaviye'dir (radıyallahü anh). Hazret-i Ömer radıyallahü anh zamanında Şam valisi idi. Hazret-i Osman radıyallahü anh zamanında da o vazifede kaldı... İmam-ı Ahmed, Arbad bin Sariye'den alarak söylüyor: Hazret-i Peygamber aleyhisselam onun için (Allah'ım, Muaviye’ye kitabet ve hesap öğret ve onu azabtan koru.) diye dua etmiştir." (Mevahibü Ledünniye, Hisar Yayınevi, c.1, s.245)
Yine İbni Hacer-i Mekkî hazretleri naklediyor:
"İbni Ebi Şeybe Musannef adlı kitabında, Taberani de Kebir adlı eserinde Abdülmelik bin Ömer'den rivayet eder: Muaviye radıyallahü anh demiş ki: Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bana (Ey Muaviye! Sen iş başına geçtiğinde iyilik et.) diye buyurduğu zamandan beri hilafette gözüm vardı."(Es-Savaikul-Muhrika, s.466; ayrıca bkz. İbni Hacer el-Askalânî, el-İsabe, İz Yayıncılık, c. 4, s. 361)
Kâdî Ebû Bekr ibn-ül-Arabî rahimehullah (vefatı h.543/m.1149) diyor ki:
"Hazret-i Muaviye'nin şahsiyetinde bir takım özellikler bir arada toplanmıştır: Hazret-i Ömer radıyallahü anh bütün Şam bölgesinin idaresini onun emri altında toplamış ve o bölgede tek söz sahibi olarak onu belirlemişti. Hazret-i Ömer'in bu tutumuna etkili olan amilse, Hazret-i Muaviye'nin güzel yaşantısı, İslam topraklarını ve sınır boylarını en iyi şekilde koruması, orduyu ıslah etmesi, düşmana galip gelmesi ve bölge halkını en iyi şekilde yönetmesidir. Sahih olan hadis-i şerifler onun fıkhına [derin din bilgisine] şahitlik etmektedir [Tirmizi, Menakıb, 47 (3842); Buhari, Fedailu ashabi'n-Nebi, 28 (3765).]. Ayrıca Peygamberimiz sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem rüyasında, (Ümmetimden bazı kişilerin padişahların tahtlarına kuruldukları gibi debdebeli bir halde denizin ortasında giderlerken gördüğünü) bildiren Ümmü Haram hadisinde de [Buhari, İsti'zan, 60] Hazret-i Muaviye'nin halife oluşuna şahidlik ve delil vardır." (el-Avâsım mine'l-Kavâsım, s. 115-116)
Hâfız İbni Hacer el-Askalânî diyor ki:
"[Hazret-i Muaviye] Mü'minlerin emiridir...Ebu Nuaym der ki: Kâtiblerden, hesap yapanlardan ve fasihlerdendi. Halîm ve vakur bir kimse idi." (el-İsabe, c.4, s. 361)
Ebu'l-Leys Semerkandî diyor ki:
"Akıllı olan, sahabe hakkında güzel konuşmalıdır. Onların hiçbiri için kötü söz etmemelidir. Dinini korumak için bunu yapmalıdır....Muhammed b. Fazl şöyle anlatır: Toplu kanaat odur ki, Peygamberden aleyhisselam sonra bu ümmetin hayırlısı, başta Hazret-i Ebubekir radıyallahü anh, sonra da Hazret-i Ömer'dir radıyallahü anh. Hazret-i Osman ve Hazret-i Ali radıyallahü anhüm için çeşitli görüşler bildirildi. Biz deriz ki, önce Hazret-i Osman, sonra Hazret-i Ali'dir. Bunlardan sonra Resulullahın aleyhisselam tüm eshabı gelir ki, hepsi hayırlı, hepsi salihtir. Onlardan hangisi olursa olsun, ancak hayırla anarız." (Bostanü'l-Arifin, Bedir Yayınevi, s. 957)
Yine Ebu'l-Leys Semerkandî rahimehullah naklediyor:
"İbrahim Nehai'ye sahabe arasında vukubulan savaşlardan soruldu. Şöyle dedi: (O akan bir kandı. Elimiz ona bulaşmadı. Biz de dilimizi bulaştırmayalım.)" (Bostanü'l-Arifin, s. 957)
İmam-ı Şaranî diyor ki:
Bir keresinde Hazret-i Muaviye, Hazret-i Aişe'ye (radıyallahü anhüma) yüz bin dirhem gönderir. Hazret-i Aişe paraları eline geçtiği anda dağıtır, akşam yemeği için bir tek kuruş bile bırakmaz. Abdullah bin Ömer (radıyallahü anh) şöyle der: "Resulullah'dan sonra Muaviye'den daha cömert birini görmedim. Bir keresinde Ali'nin oğlu Hasan'a rastlayınca (radıyallahü anhüma), 'Merhaba ey Allah Rasulünün kızının oğlu!' diye kendisine alaka göstermiş ve ilgililere Hazret-i Hasan'a üçyüz bin dirhem verilmesini emretmişti. Aynı gün biraz sonra Abdullah ibni Zübeyr'e rastlayınca ona da yüz bin dirhem verilmesini buyurmuştu." (Tenbihü'l-Muğterrin, Bedir Yayınevi, s. 344)
İmam-ı Şaranî, Hazret-i Muaviye hakkında nakledilen "dünya sevgisine mübtela kılınmıştı" ifadesi hakkında diyor ki:
"Hazret-i Muaviye'nin dünya sevgisi tasavvuf büyüklerinde görüldüğü gibi ahıret ameline yönelik bir sevgi olarak yorumlanmalıdır. Hatta, böyle bir hedef gütmeye evliyadan çok daha layıktır, zira büyük bir sahabidir." (Tenbihü'l-Muğterrin, Bedir Yayınevi, s. 61)
Hz. Muaviyenin hastalığı ağırlaşınca (Resûlullah bana bir gömlek giydirmişti. Bereketlenmek için, onu bugüne kadar sakladım. Birgün kestiği tırnakları ve mübârek saçının kıllarını bir şişe içine koyup saklamıştım. Ölünce, o gömleği bana giydiriniz! O tırnakları ve mübârek saçının kıllarını gözlerime ve ağzıma koyunuz. Belki onların hurmetine Allahü teâlâ, beni affeder) dedi. (bkz. A. Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, c.1, Bab: 54, s.456.)
İbn Asâkir Târîhu Dimaşk'ında Vekî' b. el-Cerrâh'a atfedildiğini söylediği şöyle bir tesbit aktarır:
"Mu'âviye, kapının halkası mesabesindedir. Onu yerinden oynatanı, ondan daha yukarıdakilere kasdetmekle itham ederiz." (İbn Asâkir, Târîhu Dimaşk, LIX, 210; Dr. Ebubekir Sifil'in 31 Ağustos 2008 tarihli makalesinden naklen)
İmâm-ı Rabbânî 1. cild, 251. mektupda diyor ki:
"Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem”, Eshâbının hepsi “radıyallahü anhüm” büyükdür. Her birini büyük bilmek ve söylemek lâzımdır. Enes bin Mâlik “radıyallahü anh” buyuruyor ki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Allahü teâlâ, bütün insanlar arasından beni seçdi, ayırdı. İnsanların en iyisini bana Eshâb olarak seçdi. Bunların arasından da bana akrabâ ve yardımcı olarak en üstünlerini ayırdı. Bir kimse, Beni sevdiği için, bunlara hurmet ederse, Allahü teâlâ, onu her tehlükeden korur. Onlara hakâret ederek, Beni incitenleri de incitir). Abdüllah ibni Abbâs buyuruyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Eshâbıma dil uzatanlara, onları söğenlere, Allah la’net eylesin. Bütün meleklerin ve insanların la’netleri onların üzerine olsun!) Âişe-i Sıddîka “radıyallahü anhâ” buyuruyor ki, Resûl “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Ümmetimin en kötüsü, Eshâbıma dil uzatmağa cesâret edenlerdir).
Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” arasında olan muhârebeleri iyi sebeblerden, güzel düşüncelerden ileri geldi bilmek, dünyâlık için, menfe’at için bilmemek lâzımdır. Çünki, onların ayrılığı ictihâd ve te’vîl ayrılığı idi. Hevâ ve hevesden doğan ayrılık değildi. Ehl-i sünnet âlimleri hep böyle söylüyor. Şu kadar var ki, hazret-i Emîr ile muhârebe edenler, hatâ etdi. Hak, hazret-i Emîr “radıyallahü anh” tarafında idi. Fekat hatâları, ictihâd hatâsı olduğundan, birşey denemez ve dil uzatılamaz. (Şerh-ı mevâkıf) kitâbına göre, Âmidî diyor ki, (Cemel ve Sıffîn vak’aları ictihâd yüzünden idi). Ebû Şekûr-i Sülemî, (Temhîd) kitâbında diyor ki, (Ehl-i sünnet vel-cemâ’ate göre hazret-i Mu’âviye ve Onunla berâber olanlar “radıyallahü anhüm” hatâ etmişlerdi. Fekat hatâları, ictihâd hatâsı idi). İbni Hacer-i Mekkî (Savâ’ık) kitâbında diyor ki: (Hazret-i Mu’âviyenin hazret-i Emîr ile “radıyallahü anhümâ” muhârebesi, ictihâd sebebi ile idi. Ehl-i sünnet âlimleri böyle biliyor)... Büyüklerin kitâbları hep ictihâdda hatâ olduğunu bildirmekdedirler. İmâm-ı Gazâlî ve kâdî Ebû Bekr ve diğer imâmlar “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” bunlar arasındadır. O hâlde Hazret-i Emîr “radıyallahü anh” ile muhârebe edenlere fâsık, yoldan çıkmış gibi şeyler söylemek câiz değildir." (Mektubat)
İmâm-ı Rabbânî ve yolundakileri anlatan Berekât isimli kitap m. 1627 yılında Hindistan'da yazılmış. Kitabın orijinali Farsça. Aşağıdaki yazılar bunun tercümesinin 5. baskısının 272. sayfasında mevcuttur. Kitabın yazarı Muhammed Hâşim diyor ki:
"Seyyidlerden bir genç, medresede talebe arkadaşım idi. Birgün soluk soluğa geldi. Başından geçen, şaşılacak bir şeyi anlatdı. Ahmed Fârûkî hazretlerinin büyük bir hârikasını görmüşdü. Dedi ki: Hazret-i Alîye karşı savaşanları ve hele hazret-i Mu’âviyeyi sevmezdim. Bir gece, senin üstâdının [ya’nî İmâm-ı Rabbânînin] Mektûbâtını okuyordum. Buyuruluyor ki, (İmâm-ı Enes bin Mâlik buyurdu ki, hazret-i Mu’âviyeyi sevmemek, Onu kötülemek, hazret-i Ebû Bekri ve hazret-i Ömeri sevmemek ve bunları kötülemek gibidir. Ona söğene, bunlara söğene verilen cezâyı vermek lâzımdır). Bunu okuyunca canım sıkıldı ve hiç yerinde olmıyan bir yazıyı buraya yazmış, dedim. Mektûbâtı yere atdım. Yatağıma uzandım, uyudum. Rü’yâda gördüm ki, senin o yüce şeyhin öfkeli olarak yanıma geldi. İki mubârek elleri ile kulaklarımı çekdi ve ey câhil çocuk! Sen bizim yazdığımızı beğenmiyorsun ve kitâbımızı yere atıyorsun. Benim yazımı okuyunca, şaşaladın ve inanmadın. Ama, gel seni bir zâta götüreyim de gör! Onun arkadaşları olan, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbını sevmediğin için aldandığını, Ondan işit, buyurdu. Beni çekerek, bir bağçeye götürdü. Beni bağçenin kapısında bırakıp, kendisi yalnızca ilerledi. Uzakda görünen büyük bir odaya girdi. Odada nûr yüzlü, büyük bir zât oturuyordu. Çekinerek ve saygı ile, o zâta selâm verdi. O da, gülerek karşıladı. Önünde edeb ile diz çöküp oturdu. Ona birşeyler söylüyor. Beni gösteriyordu. Uzakdan bana bakışlarından, beni söylediği anlaşılıyordu. Biraz sonra, senin o yüce şeyhin kalkdı. Beni çağırdı. Bu oturan zât, hazret-i Alî “radıyallahü anh”dır. İyi dinle! Bak ne buyuruyor, dedi. İçeri girdik. Selâm verdim, (Sakın, sakın! Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbına karşı, kalbinde hiçbir dargınlık bulundurma! O büyüklerden hiçbirini, hiç kötüleme! Aramızda muhârebe şeklinde görünen işlerimizin, hangi iyi niyyetlerle yapıldığını, biz ve O kardeşlerimiz biliriz) dedi. Senin O yüce şeyhinin şerefli adını söyliyerek, (Bunun yazılarına da, sakın karşı gelme!) buyurdu. Bu nasîhatı dinledikden sonra, kalbimi yokladım. O, harb edenlere karşı bulunan soğukluğun, düşmanlığın, kalbimden çıkmadığını gördüm. Bu hâlimi hemen anladı. Öfkelendi. Senin yüce şeyhine bakarak (Bunun gönlü dahâ temizlenmedi. Suratına bir tokat indir!) dedi. Şeyh hazretleri, yüzüme kuvvetli bir tokat indirdi. Tokadı yiyince, kendi kendime dedim ki, bunu sevdiğim için, Onlara düşmanlık etmişdim. Hâlbuki kendisi, Onlara düşmanlığımdan bu kadar çok incinmekdedir. Bu hâlden vazgeçmemi istemekdedir. Artık ben de, bu düşmanlıkdan vazgeçmeliyim! Kalbimi yokladım. Düşmanlık, kırgınlık kalmamış, tertemiz buldum. O anda uyandım. Şimdi de kalbim, o kinden temizlenmişdir. O rü’yânın, o sözlerin tadı, beni başka şekle sokdu. Kalbimde, Allahdan başka hiçbirşeyin sevgisi kalmadı. Senin yüce şeyhine ve Onun yazılarındaki ma’rifetlere inancım katkat artdı." (Muhammed Hâşim, Berekât)
Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi'nde şu bilgi aktarılıyor:
İbni Asâkir, Mu’âviye'nin hal tercemesinde Ebu Züra'dan nakleder: Ebü'l-Kâsım der ki: Amcam Ebu Züra'ya birisi geldi. Müsâhabe esnâsında: Mu’âviye'ye buğzederim! dedi. Amcam: Niçin? diye sorunca: Haksız yere Ali ile harb ve kıtâlde bulundu! demesi üzerine amcam şöyle cevap verdi: Mu’âviye'nin Rabbi çok rahmet sahibi olan Allah'dır; hasmı da kerem sâhibi olan Hazret-i Ali'dir; sana ne oluyor ki, ikisi arasına giriyorsun? (Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi, 7. Baskı, DİB Yayınları, Ankara; 12. cilt, s. 310)
Hazırlayan: Murat Yazıcı
En son değişiklik: 29 Ocak, 2011
2 yorum:
Allah razı olsun. Allah Ehli sünnet yolundan ayırmasın cümlemizi...
Yorum göndererek "Yezid kafir mi?" diye soran "isimsiz" kardeşime:
Yorumunu burada veremediğim için özür dileyerek, sualine İmam-ı Rabbani'den iki iktibas ile cevap vermek istiyorum:
Evet, alçak Yezîd inâdcı ve fâsık idi. Ona da la’net edilmemesi, Ehl-i sünnetin, kâfir bile olsa bir kişiye la’nete izn vermediği içindir. Ancak kâfir olarak öldüğü bilinen kimseye la’net câizdir demişlerdir. Ebû Leheb ve eşi gibi. Yoksa Yezîde la’net edilmemeli, demek değildir. Allahü teâlâyı ve Onun Resûlünü “sallallahü aleyhi ve sellem” incitenlere dünyâda ve âhıretde, Allah la’net eylesin! (Mektubat, 251. mektub)
Evet, nasîbsiz Yezîd, Eshâb-ı kirâmdan değildi. Onun tâli’sizliğine karşı, kim ne diyebilir ki, hiçbir kâfirin yapmadığı işi, o bedbaht kimse yapmışdır. Ehl-i sünnet âlimlerinden ba’zısının, ona la’nete izn vermemesi, onun işini beğendikleri için değil, belki pişmân olmuş, tevbe etmişdir dedikleri içindir. (54. mektub)
Bu konularda daha fazla bilgi için İmam-ı Rabbani'nin Mektubat ve "Redd-i revâfıd" isimli eserlerine bakılmasını tavsiye ederim. Her iki kitap da web'de bulunabilir.
Yorum Gönder