Ehl-i Sünnet Müdafaası

Ehl-i Sünnet Müdafaası

Bu sayfayı hazırlamaktaki maksadım "Ehl-i sünnetin müdafaası" için bir bilgi ve belge bankası meydana getirmektir. Faydalı olacağı ümidi ile başladım. Allahü teâlâ hâlis niyet, hayırlı netice ve muvaffakıyet nasib etsin. Bu sayfayı ziyaret eden kardeşlerimden hayır dualarını istirham ederim. (Daha fazla bilgi için sayfanın altına bakınız.)

31 Aralık 2013 Salı

Bazı Nurcu Sitelerin Saptırıcı Yazıları

Bir grup Nurcu tarafından hazırlandığı anlaşılan "Sorularla İslamiyet" isimli bir sitede sorumsuzca yazılmış bazı yazılar gözüme çarptı. Bu yazılarda bazı mezhepsizleri, sapıkları ve zındıkları övüp müdafaa ettikleri görülüyor. Böylece okuyucularını yanıltıyor ve zehirliyorlar. Vaktim oldukça bunların bir kısmını blogumda ifşa ve tahlil edeceğim. İbni Teymiyye övgüsüyle dolu bir yazılarında, M. Sait Şimşek'ten naklen şöyle diyorlar:

"Hapsedilmesinin sebebi bazı muarızların haset ederek hakkında iftira ile onu yöneticilere şikayet etmeleri ve insanların câhil tabakasını onun aleyhine kışkırtmalarıdır. İbn Teymiyye'nin Allahu Teâlâ'nın sıfatlarını layıkıyla ispat etmesi karşısında âciz kalanlar onun mücessime olduğunu iddia etmişlerdir."

Bu ifadelerin ne kadar cahilce olduğunu görmek için blogumda mevcut vesika ve makaleleri gözden geçirmek yeterli olacaktır. Aşağıda vereceğim birkaç misal ışığında, "İbn Teymiyye'nin Allahu Teâlâ'nın sıfatlarını layıkıyla ispat etmesi" nasıl oluyormuş, bu siteyi hazırlayanlara soralım. Meselâ, İbni Teymiyye diyor ki:

ولو قد شاء لاستقر على ظهر بعوضة فاستقلت به بقدرته ولطف ربوبيته

"Şâyet dilese elbette bir sineğin sırtına oturur ve kudretiyle ve Rablığının lütfuyla o sinek onu yüklenir ve taşırdı." (Beyan Telbis el-Cehmiyye, 1/568.) 

Büyük âlim Muhammed Zâhidü’l Kevserî rahimehullah bu söz hakkında şöyle der:

"Allah sübhânehû ve teâlâ hakkındaki sözü işte budur. Sanki, ma'bûdunun sineğin sırtına oturması olmuş bitmiş ve kabûl görmüş bir iş de bununla, Allahü teâlânın, sineğin sırtından daha geniş olan Arşın üzerinde karar kılmasına delîl ileri sürüyor! Allah celle celâlühû bundan çok büyük bir yücelik ile yücedir. Bu Siczî’den, Harrânlı’dan [İbni Teymiyye'den] ve bu ikisinin yandaşlarından evvel, insanlardan, böylesi boş ve akılsızca bir söz söyleyen bir kimseyi bilmiyorum. (Allah celle celâlühû’nun) dileme(si)nin muhâle tealluk etmeyeceğini kim bilmez?!.. Bu, “dilerse, elbette yer, içer, evlenir, kendi gibisini yaratır” ve başka imkânı olmayan şeylerin söylenmesi gibidir. Allah celle celâlühû bunların hepsinden yücedir....Bu öyle bir cinnet getirmektir ki, üzerinde hiçbir cinnet getirmek yoktur. Allah, şunların (O’nu) vasfettiklerinden çok büyüktür. Kahrolsun kendisi için sineğin taşıdığı bir ma’bûd tasavvur eden. Onun gibisi, muhâtab alınmaktan düşen birisi olur." (Makâlatü’l-Kevserî)

Yine İbni Teymiyye diyor ki:

قال ابو سعيد والله تعالى له حد لا يعلمه احد غيره ولا يجوز لأحد ان يتوهم لحده غاية في نفسه ولكن نؤمن بالحد ونكل علم ذلك الى الله ولمكانه ايضا حد وهو على عرشه فوق سمواتة فهذان حدان اثنان

Der'u Te'ârudi'l-Akl ve'n-Nakl, 2/57

Nitekim, Ebu Hamid bin Merzuk rahimehullah bu sözün benzerini İbni Teymiyye'nin başka bir kitabından alarak şöyle cevap veriyor: "[İbni Teymiyye] ...mezkur kitabın [Minhacu's-Sünne'nin] c. 2, s. 29'da (min muvafati sarihi'l makul li sahih el-menkul) bahsinde der ki:

“Allahü teâlâya bir had (ölçü) olup, ondan başkası miktarını bilmiyor. Haddinin sonu tasav­vur edilmesi hiçbir kimseye caiz değildir. Ama haddi olduğuna ina­nacak ve hakkındaki bilgiyi Allahü teâlâya havale edecektir. Allah'ın mekanı için de had vardır. Allah Arş'ının üzerinde, göklerin üstündedir. İşte bu iki durum, O'nun iki haddidir (sınırıdır).”

İbn Teymiyye'nin bu sözleri hakkında derim ki: "Allah için had vardır, mekanı için de bir had vardır?" dediği bu iki sözünde, Rab­bi için cisim isnad ettiğinde, acaba akıllı kimse tereddüt eder mi? Allahü teâlâ ve tekaddes onun dediği bu yalanından uzaktır. Yine akıllı kimse, İbn Teymiyye'nin, "Onun bir haddi olup kendisinden başka kimse bilmez", kavlinden taa "Onun mekanı için de bir had vardır" kavline kadar dediği bu tabirinin arasında hata ve çelişki olduğunda tereddüt eder mi? Bu söz, "Allah'ın cismi vardır, ondan başka hiç kimse cismini bilmiyor" tabirinin benzeridir. Allah'a had isbatlamak, O'na mekan olduğunu söylemek, ancak şeytandan gelebilecek bir kuruntudan başka bir şey değildir. Allah'ın Kitabı, Peygamberinin sünneti, salih selef ile bütün Müslümanlar, İbn Teymiyye'nin bu hezeyanından uzaktırlar. Alla­hü teâlânın miktarı için (onun dediğine göre) bir had vardır ve mekânı olan Arş için de, bir had olunca, kendisi Arş'ın üzerindedir. Yalnız dört parmak kadar üzerinde kıyamet günü Muhammed sallallahü teâlâ aleyhi ve sellemi oturtacak bir yer boşluğu bırakır de­miş ve Teymiyyeci hocalar da Kur'an-ı Kerim'in bir ayet-i celilesinde geçen Makam-ı Mahmud'un bundan ibaret olduğuna itikad ediyor­lar, denilince, Allah'ın haddini O'ndan başka kimse bilmez diye na­sıl iddia ediyor? Allah alt taraftan Arş'ın sathına temas ediyormuş ve kendisi dört parmak kadar Arş'tan küçükmüş! Allah'ın sağ ve sol yanları olduğunu iddia ediyorlar. Allahü teâlâya olan haddin­den ancak yukarı cihetini bilmemişler ki, işte İbn Teymiyye'nin Allahü teâlâdan başka hiç kimse onu bilmez dediği had budur. Dille­rin hata söylemesinden, kalblerin yanlış düşünmesinden Allah'a sı­ğınıyoruz." (Bera'atü'l-Eş'ariyyin, Bedir Yayınevi, 1994; s.449-452)

Nitekim İbni Teymiyye diyor ki:

قال ابن تيمية في مجموع الفتاوى – (4 / 374) فَقَدْ حَدَثَ الْعُلَمَاءُ الْمَرْضِيُّونَ وَأَوْلِيَاؤُهُ الْمَقْبُولُونَ : أَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُجْلِسُهُ رَبُّهُ عَلَى الْعَرْشِ مَعَهُ .

"... âlimlerden ve makbul evliyâdan rivayet edilmiştir ki, Muhammed aleyhisselam Rabbinin Arşında Rabbinin yanında oturtulacaktır." (Mecmu'ul-Fetava, 4/374)

Ebu Hamid bin Merzuk rahimehullah der ki:

"Akıllı kimse, Makam-ı Mahmud'u bu hezeyanla tefsir eden kimsenin, onu şefaatle tefsir eden Resulullah sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem ile mücadeleye kalkışan ve mü'minlerin yolunu takip etmeyen bir bid'atçı olduğunda tereddüt eder mi? Ve akıllı kimse İbni Kayyım'ın [ve hocası İbni Teymiyye'nin] yaydığı bu tecsim inancının batıllığında şüphe eder mi? Yine akıllı kimse, Peygamberin aleyhisselam Allahü teâlâ ile birlikte Arş üzerinde otururken O'na ortak olduğu konusunun korkunç bir iftira olduğunda tereddüt eder mi? Dilin sapıtmasından, kalbin bozulmasından Allahü teâlâya sığınıyoruz." (Bera'atü'l-Eş'ariyyin, s. 634)

Büyük Ehl-i sünnet âlimi İmam Ebû C'afer et-Tahâvî'nin (vefatı m.933) rahimehullah yazdığı ve Hanefî mezhebinin üç büyük imamının itikadî çizgisini yansıtan "Akîde"de şöyle denmektedir:

هذا ذكر بيان عقيدة أهل السنة والجماعة…. ومن وصف الله بمعنى من معاني البشر فقد كفر…. وتعالى الله عن الحدود والغايات والأركان والأعضاء والأدوات…. لا تحويه الجهات الست كسائر المبتدعات…. ولا نخوض في الله

"Bu Ehl-i sünnet vel cemaat akaidinin zikrinin beyanıdır... Kim Allahü teâlâyı beşer sıfatlarından biriyle vasıflandırırsa muhakkak kâfir olur... Allah, varlığı için birtakım sınır ve son noktalar bulunmasından, erkân, aza ve edevattan yüce ve beridir. Mahlukatı ihata eden altı yön O'nu ihata edemez...Allah'ın zatı hakkında derine dalıp düşünmeyiz/konuşmayız."

Molla Aliyyülkârî Mirkat-ul-Mefatih'de (1892 baskısı, 2:137 = 1994 baskısı, 3:300) der ki:

"Seleften bir cemaatın tamamı ve ayrıca daha sonra gelen âlimler de dediler ki: Allahü teâlânın belli bir fizikî yönde olduğuna inanan kâfirdir. Bunu açıkça ifade eden el-Irakî, Ebu Hanife'nin, Malik'in, Şafiî'nin, Eşarî'nin ve [İbni] Bakıllanî'nin ortak görüşünün bu olduğunu söylemiştir."

Aliyyülkârî bu fetvayı Fıkh-ı Ekber Şerhi'nde (1984 İlmiyye baskısı, s. 57) ve Şerhi Aynul İlim'de (1989 baskısı, 1:34) tekrar etmiştir.

Murat Yazıcı

Fethullah Gülen'e Bir İkaz: Dua Ederken Yukarı Bakılmaz

Hadis ve Şâfi'î fıkıh alimi İmam-ı Şa'rânî (vefatı m. 1565) rahimehullah "Dua ederken yukarıya bakmamak" başlığı altında diyor ki:

"Efendimizin sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem bizlere vasiyetlerinden birinde de, Allah'a dua ederken, dua ve hitabımızın mahiyeti ne olursa olsun, gözlerimizi yukarıya kaydırmamamız buyurulmaktadır..." (El-Uhudü'l-Kübrâ, Bedir Yayınevi, s.810)

Bir sayfa sonra diyor ki: "Buhari ve diğerleri merfuan şu hadisi anlatırlar: (Bazı kimselere ne oluyor ki, namaz kılarken gözlerini yukarıya dikiyorlar? Bu davranışlarına ya son verirler ya da gözlerinin yok olacağını bilmelidirler.)" (bkz. El-Uhudü'l-Kübrâ, Bedir Yayınevi, s.810-811 ve s.843)

Seyyid Alizâde (vefatı m. 1524) rahimehullah "Duanın Sünnet ve Edebleri" başlığı altında diyor ki:

"Duada sesini alçaltmalıdır. Edeb, huşû' ve hudû üzere olmalı, gözünü semâya kaldırmamalıdır." (Şir'at-ül İslâm tercümesi, Berekât Yayınevi, İst., 1979, s. 170)



Murat Yazıcı


23 Aralık 2013 Pazartesi

Ahmed Şahin'in "amentüde ittifakımız vardır" sözü üzerine-2

Bu hususu daha evvel ele almış ve Ehl-i kitab ile "amentüde ittifakımız" olmadığını açık bir şekilde izah etmiştim:

http://muratyazici.blogspot.com/2013/12/ahmed-sahinin-amentude-ittifakmz-vardr.html

Ahmed Şahin bahis konusu lafları yazdıktan sonra birçok yazar tarafından tenkid edilmişti. Bunlara cevaben şunları söyleyerek ilk yazdığını te'vil ile müdafaa etmeye çalıştığını görüyoruz:

"Türkiye Diyanet Vakfı'nın 11 kişilik ilim heyetine hazırlattığı İslam ilmihalinde, tüm dinlerin ittifak ettiği bu temel doğrular şu ifadelerle dikkatimize sunulmaktadır: İslam'a göre ilk peygamberin tebliğ ettiği din ile daha sonra gelen peygamberlerin ve son Peygamber Hz. Muhammed'in tebliğ ettiği din, temel nitelikleriyle aynıdır! Allah'a iman, peygamberlik müessesesi ve ahiret inancı hepsinde vardır!..? s. 10. Evet, bunlar semavi dinlerin hepsinde de değişmez doğrulardır. Bir bakıma ehli kitabın değişmeyen amentüleridir. Bizler de bu amentüde müttefikiz. "Ehli kitapla Amentüde ittifakımız var." derken de bu değişmeyen doğruları saymıştım geçmişteki bir yazımda. Çünkü biz de Allah'a, peygamberlere, meleklere, ahirete iman ediyoruz. Yani ehli kitapla bu değişmez doğrularda ittifak ediyoruz. Ancak ehli kitabın bazılarının bu doğruları tarif ve tavsif ederken yanlışa düştüklerini de görüyor, Allah'a babalık, peygambere de oğulluk ve krallık sıfatını isnat etmeleri gibi yanılgılarına da şahit oluyoruz. Onlardan bazılarının bu gibi yanlış tarif ve tavsiflerinin doğrusunu anlatma görevi de yine bize düşüyor." (15 Mart 2005)

Ahmed Şahin burada laf kalabalığı yaparak okuyucunun gözünü boyamaya çalışıyor. Ancak, biraz zekâsı olanlar bu yazdıklarındaki saptırmaları kolayca görecektir. Satır satır ele alıp cevap verelim:

Ahmed Şahin: "Türkiye Diyanet Vakfı'nın 11 kişilik ilim heyetine hazırlattığı İslam ilmihalinde, tüm dinlerin ittifak ettiği bu temel doğrular şu ifadelerle dikkatimize sunulmaktadır: İslam'a göre ilk peygamberin tebliğ ettiği din ile daha sonra gelen peygamberlerin ve son Peygamber Hz. Muhammed'in tebliğ ettiği din, temel nitelikleriyle aynıdır! Allah'a iman, peygamberlik müessesesi ve ahiret inancı hepsinde vardır!..? s. 10. Evet, bunlar semavi dinlerin hepsinde de değişmez doğrulardır."

Cevap: Evet, bütün Peygamberler aleyhimüsselam aynı imânı bildirmiştir. İnanılacak hususlarda farklılık yoktur. Musa aleyhisselama ve İsa aleyhisselama imân eden mü'minler de doğru inanca sahiplerdi. Ancak, bu mü'minlerin hepsi asırlar önce yaşamışlardı. Günümüzde, Muhammed aleyhisselama ve Kur'an-ı kerime imân edenler (yani, ümmet-i Muhammed) dışında böyle doğru inanca sahip olan kimse mevcut değildir.

Ahmed Şahin: "Evet, bunlar semavi dinlerin hepsinde de değişmez doğrulardır. Bir bakıma ehli kitabın değişmeyen amentüleridir. Bizler de bu amentüde müttefikiz."

Cevap: Şu anda hıristiyanların ve yahudilerin ellerinde mevcut Tevrat'ın ve İncil'in tahrif edilmiş (değiştirilmiş) olduklarını bilmeyen yoktur. Musa aleyhisselama ve İsa aleyhisselama imân etmiş mü'minlerden de kimse kalmamıştır. Şimdi "Ehl-i kitab" deyince, Allahü teâlâya şirk koşan hıristiyanlar ve İsa aleyhisselam ile Muhammed aleyhisselamı inkâr eden yahudiler anlaşılır ki, hepsi kâfirdir. Bunlarla Müslümanların "Amentüde ittifak" etmesi asla söz konusu değildir.

Ahmed Şahin: ""Ehli kitapla Amentüde ittifakımız var." derken de bu değişmeyen doğruları saymıştım geçmişteki bir yazımda. Çünkü biz de Allah'a, peygamberlere, meleklere, ahirete iman ediyoruz. Yani ehli kitapla bu değişmez doğrularda ittifak ediyoruz."

Cevap: Şimdi dünyada yaşayan yahudilerin ve bilhassa hıristiyanların "Allahü teâlâyı" bilmediklerini daha evvelki yazımda büyük İslâm âlimlerinden naklen yazmıştım. Hıristiyanların hemen hepsi Allahü teâlâya şirk koşmakta, İsa aleyhisselama tapınmaktadırlar. Bunlarla "amentüde ittifak" ettiğimizi söylemek, akıl tutulmasından öte bir cinnete işaret etmektedir. Hadi diyelim ki, dünyada bir yerlerde baba-oğul-kutsal ruh hurafesine inanmayan ve "Allah birdir" diyen bazı hayalî hıristiyanlar ve Allahü teâlâ hakkında tecsim inancında olmayan bazı yahudiler vardır. Bunlarla da "amentüde ittifak" ettiğimiz söylenemez. Muhammed aleyhisselama inanmayan, Peygamberlere aleyhimüsselam inanmış olmaz. Kur'an-ı kerime imân etmeyen, kitaplara inanmış olmaz. Hani nerede ittifak? Ahmed Şahin ilk yazısında diyordu ki: "Garip olan şudur ki ittifak ettiğimiz amentüyü öne geçirmiyor da ihtilaf ettiğimiz teferruatı ileri sürüp mutlak küfre karşı dayanışmamıza engel olarak görüyoruz. Halbuki temelde ittifak varken teferruattaki ihtilaflara takılıp kalmak makul değildir." Hiçbir Müslüman Muhammed aleyhisselama imân edilmesini "teferruat" olarak görmez.

Ahmed Şahin: "Ancak ehli kitabın bazılarının bu doğruları tarif ve tavsif ederken yanlışa düştüklerini de görüyor, Allah'a babalık, peygambere de oğulluk ve krallık sıfatını isnat etmeleri gibi yanılgılarına da şahit oluyoruz. Onlardan bazılarının bu gibi yanlış tarif ve tavsiflerinin doğrusunu anlatma görevi de yine bize düşüyor."

Cevap: Ahmed Şahin "bazılarının" diyor. Hıristiyanların ve yahudilerin, yani bugün dünyada yaşayan Ehl-i kitabın tamamı Peygamberimizi aleyhisselam ve Kur'an-ı kerimi inkâr etmektedirler. Bugünkü Hıristiyanların hemen tamamı baba-oğul inancına sahiptir. Ahmed Şahin ise "bazıları" diyerek safsata yapıyor. İşin doğrusu, meselâ, diyalog faaliyetlerinde muhatap aldığınız katolikler diyor ki:

"Tanrının birliği içinde üç şahıs vardır: Baba, oğul ve kutsal ruh. Bu üç kişi birbirinden ayrıdır. Baba tanrıdır, oğul tanrıdır, kutsal ruh tanrıdır, ama üç tanrı yoktur, bir tane tanrı vardır. Bu üç şahıs beraberce ezelîdir ve birbirlerine eşittir: hepsi de yaratılmamışlardır ve sonsuz kudret sahibidirler." (Katolik Ansiklopedisi)

(Hâşâ!)

Demek sizler "Halbuki temelde ittifak varken teferruattaki ihtilaflara takılıp kalmak makul değildir" derken, bu inanca sahip olanlarla "temelde ittifak" ettiğinizi ve bunlarla olan ayrılıklarınızı "teferruattaki ihtilaf" olarak gördüğünüzü söylüyorsunuz. Sözlerinizin ve işlerinizin zâhiri budur!

  



Allahü teâlâ sapmaktan ve şaşırmaktan tüm Müslümanları muhafaza buyursun. Âmin.

Murat Yazıcı

21 Aralık 2013 Cumartesi

Fethullah Gülen'in Anormal Bir Sözü

Fethullah Gülen taraftarı olduğu anlaşılan birilerinin hazırladığı bir site gözüme çarptı. Burada, "iftiralara" cevap vermek iddiasındalar. Siteye biraz göz gezdirdim ve gördüm ki, birçok mezhebsizi, reformcuyu, sapık şahısları övüyorlar ve müdafaa ediyorlar. Bu arada, Gülen'in sarf ettiği anlaşılan anormal bir sözü müdafaa etmek için yazdıkları bir yazıyı gördüm. Bahis konusu yazı aklıma, "merdi kıptî şecaat arz ederken sirkatin söyler" sözünü getirdi. Aynen naklediyorum:

"Fethullah Gülen Hocaefendi 23.11.1995 yılında, Savaş Ay ile yaptığı Röportaj’da :“Ben Cebrail Aleyhisselâmı çok severim. Onun mübarek ismi geçtiği zaman, gözlerim yaşarır; burnumun direği sızlar. Tabii ki mübarek yüzünü rüyada bile görmediğim bir melektir. Farz-ı muhal, o bile gelse Türkiye'de bir parti kursa, onun partisini bile desteklemem...” ... Hocaefendi de net bir uslub ile, çok sevdiği Cebrail (AS) bile gelse hiçbir Siyasi Oluşumun ne içinde ne de kat’i destekçisi olmayacağını beyan ederek, olayı reddetmiştir."

 

"Farz-ı muhal" olarak söylenmiştir diye savundukları bu söz, gerçekten anormaldir. Kaldı ki, konuşmasında "farz-ı muhal" dememiştir. Demiş olsaydı da, hüküm değişmezdi.

Muhammed Hadimî rahimehullah buyuruyor ki:

"Ta'zim edilmesi gereken şeylerden biri de meleklerdir. Onları istihfaf [hafife almak] gibi şeyler de şer'an yalanlama emâresi olup, onları yapmak ve söylemek de küfürdür.... Şayet (Falanın şehadetini dinlemiyorum, Cebrâil veya Mikâil olsa dahi) dese kâfir olur. Eğer, (Cebrâil veya Mikâil bile şâhid olsa kabul etmem) derse kâfir olur."

Kaynak: Berika, c.2, s.446-447, Kahraman Yayınları, İst.

Murat Yazıcı

Fethullah Gülen'den Tuhaf Sözler

F. Gülen'in, Papa'ya yazdığı mesajda geçen bazı ifadeler:

Pek muhterem Papa Cenapları,

... Yoğun gündeminizde bize zaman ayırarak sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zat-ı alilerinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız. ... Papa 6. Paul cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinler arası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size geldik. ... Kendi memleketimizde şimdiye kadar çeşitli Hıristiyan mezheplerinin liderleriyle diyalog içinde olduk. Bu naçiz gayretlerin boşa çıkmadığını acizane ifade etmek isteriz. Amacımız bu üç büyük dinin inananları arasında hoşgörü ve anlayış yoluyla bir kardeşlik tesis etmektir. ... ...
M. Fethullah Gülen
Rabb'in aciz kulu
9 Şubat 1998


Gülen'in sözlerinin tamamı şurada bulunabilir:

http://tr.fgulen.com/content/view/1459/137/


Büyük İslâm âlimi İbni Abidin rahimehullah buyuruyor ki:

"Eğer bir Yahudi, Hıristiyan veya bir mecusî bir müslümana selâm verirse onu almakta herhangi bir beis yoktur. Lakin «Ve Aleyke»den baş­ka bir ifade kullanmayacaktır. Eğer bir zımmîye tebcil [saygı] maksadıyla selâm verirse küfre girmiş olur. Çün­kü kâfiri tebcil ve tazim etmek küfürdür. Eğer bir mecusîye [kâfire] tebcil niye­tiyle: «ey üstâd» dese küfre girmiş olur."

Kaynak: İbni Abidin-Reddül Muhtar Ale'd Dürrü'l Muhtar, Şamil Yayınevi: 15/506-508.

Başka muteber kaynaklarda da böyle yazılıdır. (Meselâ, bkz. Muhammed Hadimî rahimehullah, Berika, c.4, s.541, Kahraman Yayınları, İst.)

Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî rahimehullah buyuruyor ki:

"Kâfire ta'zim ederek hürmet göstermek veya zimmîyi [gayrı müslim vatandaşı] ta'zim [saygı] ile selâmlamak veyahut bir mecusiye ta'zim ile ya üstad demek küfürdür."

Kaynak: Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Câmiu'l Mütûn Tercümesi, 7. baskı, Bedir Yay., İst. 1996, s. 157.

Murat Yazıcı

Ahmed Şahin'in "amentüde ittifakımız vardır" Sözü Üzerine

Zaman Gazetesi yazarı Ahmed Şahin şöyle demiş:

"Zaten dikkatlice bakıldığında görülecektir ki ehl-i kitapla temel noktalarda birlikteyiz. Daha meşhur ifadesiyle amentüde ittifakımız vardır. Çünkü Allah'ın gönderdiği kitapların hemen hepsinde tekrarlanan amentüdür: Allah birdir. Peygamberler haktır. Melekler vardır. Kitaplar gönderilmiştir. Ahiret vardır. Ölen insanlar bir gün dirilecek, yaptıkları iyiliklerin mükafatını, kötülüklerin de mücazatını göreceklerdir. Bu temel noktalar bir amentüden başkası değildir ve biz ehl-i kitapla bu amentüde müttefikiz. Garip olan şudur ki ittifak ettiğimiz amentüyü öne geçirmiyor da ihtilaf ettiğimiz teferruatı ileri sürüp mutlak küfre karşı dayanışmamıza engel olarak görüyoruz. Halbuki temelde ittifak varken teferruattaki ihtilaflara takılıp kalmak makul değildir."

Kaynak: Zaman Gazetesi, 17 Nisan 2000 Pazartesi

Yazının tamamı şurada görülebilir:

http://arsiv.zaman.com.tr/2000/04/17/yazarlar/14.html

Ahmed Şahin'in buradaki ifadeleri bozuktur, yanıltıcıdır ve düzeltilmelidir.

"Ehl-i kitab" ile kasdedilen kesimlerin ekserisini hıristiyanlar teşkil eder. Hıristiyanlar ise "Allah birdir" inancına sahip değildir. Bu konuyla ilgili olarak daha evvel yazdıklarıma müracaat edilebilir:

http://muratyazici.blogspot.com/2010/09/abdulaziz-bayndrdan-zrvalar.html

Öyleyse, hıristiyanlarla "amentüde ittifak ettiğimiz" nasıl söylenebilir?

Ahmed Şahin'in şu sözü de tuhaftır: "Garip olan şudur ki ittifak ettiğimiz amentüyü öne geçirmiyor da ihtilaf ettiğimiz teferruatı ileri sürüp mutlak küfre karşı dayanışmamıza engel olarak görüyoruz."

Her Müslüman bilir ki, İsa aleyhisselam için -haşa- "Allah'ın oğlu" diyen hıristiyanlar ve Muhammed aleyhisselamın ve İsa aleyhisselamın peygamberliklerini kabul etmeyen Yahudiler kâfirdir. Bunların Müslümanlardan farklılıkları "teferruat" değildir.

Bu tür arızalar sadece Fethullah Gülen grubunda değil, başka Nurcu gruplarda da görülmektedir. "Yeni Asya" grubundan tanıdığım bir Nurcu bizzat bana, "Dinlerarası diyalog Said-i Nursi'ye dayanır. Dinsizliğe karşı hıristiyanlarla ittifak ve ortak çalışmalar yapılır" mealinde görüş beyan etmişti. Halbuki, bir insan, dinsiz olmayıp da hıristiyan veya yahudi olursa, yine sonsuz olarak cehennemde ceza görecektir. 



Ayet-i kerimelerde buyuruldu ki:

"Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar, [İslam düşmanlığında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de onlardan [kâfir] olur. Allah, [kâfirleri dost edinip kendine] zulmedenlere hidayet etmez." (Maide 51)

"Elbette, ehl-i kitap olsun, müşrik olsun, bütün kâfirler Cehennem ateşindedir. Orada ebedi kalırlar. Onlar yaratılmışların en kötüsüdürler." (Beyyine 6)

Hadis-i şerifde de buyruldu ki:

"Cennete sadece Müslüman olan girer." [Buhari, Müslim]

İmam Nevevî rahimehullah Müslim Şerhinde diyor ki [köşeli parantez içindeki açıklamalar bu fakire aittir]:

Kaadi lyâz şunları söyler:

"Peygamber sallallahü aleyhi ve sellemin Hz. Muaz'a, evvela yemenlileri Allah'ı tevhîd ve Muhammed aleyhisselamın peygamberliğini tasdike da'vet etmesini emir buyurması, onların Allahü Teâlâ'yı bilmediklerine delildir"

Yahudilerle hıristiyanlar hakkında hâzik kelâm ulemasının mezhebi de budur. Yahudilerle hıristiyanlar her ne kadar ibadet ederek ellerindeki sem'i deliller icâbı Allah'ı bildiklerini göstermek isterlerse de onlar hakikatta Allah'ı bilmezler.

Gerçi akıl, bir peygamberi tanımayan kimsenin Allahü Teâlâ'yı bilmesini mümteni' saymaz ama böylesi hakkında Kaadi Iyaz şöyle der:

«Allah'ı mahlûkatına benzeten ve onu cisimleştiren yahudilerle ona çocuk veya zevce izafe eyleyen yahud ona hululü [mahlûkatın içinde bulunmak], intikali [bir yerden başka yere hareket etmek] ve imtizacı [mahlûkat ile karışmak] caiz gören Hıristiyanlar; Keza Allah'ı, lâyık olmadığı sıfatlarla vasıflandıran veya ona şerik izafe eden ve mahlûkatı hakkında muarız davranan [yaratma hususunda kendisine muarız/rakib atfeden] mecûsilerle seneviyye fırkaları Allah'ı bilmemişlerdir. Binaenaleyh onlar kendisine ibâdet ettikleri mabutları için «Allah» da deseler Allah o değildir. Çünkü o Vâcib-ül-Vücûd olan Allah'ın sîfatlariyle mevsuf değildir. Şu halde yahudilerle Hıristiyanlar Allahü Azîmüşşânı bilmiyorlar demektir...»

Kaynak: Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Sönmez Yayınevi, İst. 1977, c.1, s.175.

Murat Yazıcı

Yazıların Kaynakları

Bu sayfadaki yazılar genel olarak şu iki kategoriden birine girmektedir:
1. Gazete, dergi veya kitaplardan alınmış kısımlar veya makaleler. Bunların yazarları ve hangi kaynaktan alındığı açıkca belirtilmiştir. İstifadeli olduğunu ve mühim bilgiler ihtiva ettiğini düşündüğüm yazıları -muhtevalarını değiştirmeden- buraya aldım. Bu tür yazılarda ifade edilen görüşler yazarlarına aittir.
2. Kendi araştırmalarıma dayanan, çeşitli kitaplardan ve makalelerden istifade edilerek derlenmiş yazılar. İstifade edilen kaynaklar listelendikten sonra genellikle "Hazırlayan: Murat Yazıcı" ifadesi yazının sonuna eklenmiştir.
Bu sayfadaki yazıların mühim bir kısmını çeşitli forumlarda yayınlamıştım. Bu tür yazılarımı düzeltmeler ve ilaveler yaparak burada toparladım. Gerektiğinde eski yazılara yeni belge ve bilgiler ekliyorum.
Not: Sayfanın sol üst köşesindeki rakam, 3 Ocak 2009'dan bu yana bu sayfanın kaç kere görüntülendiğini göstermektedir. Bu rakama blog yöneticisinin girişleri dahil değildir.

Yazıların Kullanım ve Dağıtımı Hakkında

Bu sayfadaki yazıları kopyalayabilir ve kullanabilirsiniz. Buradaki herhangi bir yazıyı başka bir sitede yayınlarsanız, bu sayfaya ( http://muratyazici.blogspot.com/ ) bağlantı vermenizi rica ederim. Zamanla ilave başlıklar eklemenin yanı sıra, mevcut başlıklara da yeni belgeler eklemeyi planlıyorum. Bu sayfaya bağlantı verildiği takdirde, her okuyucu ilgilendiği yazının en yeni haline ulaşma imkânına sahip olacaktır.