Hüccet-ül İslâm İmam-ı Gazâlî rahimehullah bir mezhebe uymanın lâzım olduğunu şu şekilde izah etmektedir:
"Hiçbir müctehid, başka bir müctehidin sözü ile amel edemiyeceği gibi, hiçbir mukallid, taklid ettiği, uyduğu mezheb İmamının sözünün dışına çıkamaz! Çıkar diyen kimse yoktur. Âlimlerin en faziletlisi sayarak İmam diye tanıdığı mezheb kurucusuna bağlandıktan sonra, hoşuna gidenleri başka taraflardan alamaz. Her yönden ona uyması lazımdır. Uyduğu İmama muhalefeti münker bir harekettir ve bu muhalefeti sebebiyle günahkardır." (İhya, 9. Kitab, 2.Bab, Emir ve Nehyin Şartları; Bedir Yayınevi, c.2, s.803)
Miladî 1111 senesinde vefat eden İmam-ı Gazâlî hazretleri kendi asrında müctehid bulunmadığını da bildirmektedir:
"Hiçbir müctehid, başka bir müctehidin sözü ile amel edemiyeceği gibi, hiçbir mukallid, taklid ettiği, uyduğu mezheb İmamının sözünün dışına çıkamaz! Çıkar diyen kimse yoktur. Âlimlerin en faziletlisi sayarak İmam diye tanıdığı mezheb kurucusuna bağlandıktan sonra, hoşuna gidenleri başka taraflardan alamaz. Her yönden ona uyması lazımdır. Uyduğu İmama muhalefeti münker bir harekettir ve bu muhalefeti sebebiyle günahkardır." (İhya, 9. Kitab, 2.Bab, Emir ve Nehyin Şartları; Bedir Yayınevi, c.2, s.803)
Miladî 1111 senesinde vefat eden İmam-ı Gazâlî hazretleri kendi asrında müctehid bulunmadığını da bildirmektedir:
"İctihad mevkiine yükselemiyenler, bu asırda olanlar gibi, kendilerine sorulan meseleye, ancak bağlı bulundukları mezheb imamından naklederek cevap verirler. Eğer imamının ictihadını zayıf bulursa, onu terk etmesi caiz değildir. Binaenaleyh başkasının ictihadıyla cevap veremeyeceğine, mezhebi de bilinmiş olduğuna göre, daha mücadele etmesinde ne kâr var? Eğer bir meselede şüphe ederse uygun olan (Ben bunu anlayamadım, belki bağlı bulunduğum mezheb imamının bu babda bir cevabı var, fakat ben bilemiyorum; çünkü ben başlı başına bir müctehid değilim.) demesi lazımdır." (İhya, 1. Kitab, 4. bab, Hilaf İlmi ve Münazaranın Afetleri; c.1, s.113)
İmam-ı Rabbânî kuddise sirruh hazretleri de buyuruyor ki:
"Kitâba ve sünnete, ya’nî Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere uygun i’tikâd lâzım olduğu gibi, müctehidlerin Kitâb ve sünnetden çıkardıkları ahkâma, ya’nî islâmiyyete uygun işlere, ahkâm-ı islâmiyyeye uymak lâzımdır. Bu ahkâm, halâl, harâm, farz, vâcib, sünnet, müstehab, mekrûh ve şübheli olan işler demekdir. Bu ahkâmı öğrenmek de lâzımdır. [Müslümânlar iki kısmdır: Yâ (Müctehid)dir veyâ (Mukallid)dir. Müctehid olmayan her müslümâna mukallid denir.] Mukallidlerin, Kitâbdan ve sünnetden, müctehidlerin çıkarmış olduğu hükmlere uymıyan hükm çıkarmaları câiz değildir. Kendi çıkardığı hükmlere göre yapacağı işleri kabûl olmaz. Her mukallidin bir müctehide uyması, ya’nî bir mezhebe girmesi lâzımdır. Bulunduğu mezhebin muhtâr olan, ya’nî âlimlerin çoğunun uyduğu hükmlerine uymalıdır." (Mektubat, 1. cilt, 286. mektub)
Miladî 1573 senesinde vefat eden İmam-ı Birgivî rahimehullah diyor ki: "Uzun zamandan beridir ictihad kesilmiştir." (Tarikat-ı Muhammediyye, 4. baskı, Demir Kitabevi, İst., s. 114). Ehl-i sünnet vel-cema’at âlimlerinden, çok sayıda çok kıymetli kitablar yazan Yusuf bin İsmail-i Nebhanî rahmetullahi teâlâ aleyh, Huccet-ullahi alel alemin adlı kitabında buyuruyor ki:
“Bugün akıl ve din yolunda muvazenesi bozuk olmayan, ben müctehidim diyemez. İmam-ı Münavî (rahmetullahi aleyh), Cami-i sagir üzerine olan Şerh-i Kebir kitabının başında uzun olarak şöyle anlatır: Allame Şihabüddin bin Hacer-i Heytemî (rahimehullah) der ki, Celaleddin Süyutî ictihad iddiasında bulununca, asrının alimleri ayağa kalkıp kabul etmediler. Ona bir sual yazdılar. Bu sualde, müctehidlerin iki ictihadı vardı. Ona, sizde ictihadın en aşağı mertebesi olan fetvada müctehidlik varsa, bu iki taraftan birini tercih ediniz. Müctehidlerin usül ve kaidelerindeki delillere de uygun olsun diye rica ettiler. Süyuti hazretleri, suali cevap yazmadan geri gönderdi. Ve bunda rey beyan etmekden beni alıkoyan işim vardır diye özür diledi. İbni Hacer der ki: O halde, bu mertebenin, yani ictihadın en aşağısı olan fetvada ictihad derecesinin zorluğunu düşün. Bunu anlayınca, bundan yukarıda olan mutlak müctehidlik iddia edenin, işinde şaşkın, düşüncesinde bozuk olduğu, sana açıkca beyan olur. Böyle olan kimse gözleri görmez bir devenin sırtına binmiştir. Ve deve her yere çatıyor, her önüne geleni tekmeliyor.
Yine İbni Hacer der ki, bir kimse mutlak müctehidlik mertebesini tasavvur edebilse onu zamanımızın (hicri 9. asır) insanlarından birine nisbet etmeye Allahü teâlâdan haya eder. Bilakis İbni Salah ve ona tabi olanlar derler ki, ictihad üçüncü asırda kesilmiştir. İbni Salah’la o asır arasında üç asır vardır. O halde bizden altı yüzyıl önce kesilmiş demektir. İbni Hacer 899-974 (m.1494-1566) yıllarında yaşamıştır. O halde bize göre on asır önce kesilmiş oluyor. ...Şafii mezhebinin büyük alimlerinden olan İmam-ı Rafii (vefatı m.1227), Envar kitabında (Âlimler bugün müctehid bulunmadığına icma etmişlerdir) buyuruyor. ...Bu bilgileri daha geniş öğrenmek isteyen, Münavî’nin Şerh-i Kebir kitabına, Cem’-ül Cevami İbni Kasım haşiyesine, İbni Hacerin fetvasına, Şeyh Muhammed bin Süleyman Kürdî’nin fetvasına ve diğer usül ve fıkıh kitaplarına müracaat etsin. Bunlara bakınca âlimlerin, mezhebde müctehid kalmadığına ittifak ettiklerini görür. Nerde kaldı ki mutlak müctehid bulunsun.... Fahreddin Razî, İmam-ı Rafii ve Nevevî bildiriyorlar ki, bugün insanlar müctehid bulunmadığına dair söz birliği halindedirler.”
Not: Yukarıda ismi geçen bazı âlimler hakkında şu bilgileri buraya almakda fayda gördüm:
Yûsüf bin İsmâ’îl bin Yûsüf Nebhânî: Hayfada Eczîm kariyyesinde 1265 [m. 1849] de tevellüd, 1350 [m. 1932] Ramezân ayında Beyrutda vefât etdi. Ondördüncü asrın büyük âlimlerindendir. Câmi’ulezheri bitirdi. Çok kitâb yazdı. Vehhâbîleri red eden Şevâhid-ül-hak kitabı meşhurdur.
Abdürraûf-i Münâvî: Şâfi’î âlimi idi. 924 [m. 1518] de tevellüd, 1031 [m. 1621] de Kâhirede vefât etdi. Çok kitâb yazdı. Künûz-üd-dekâ’ık kitâbı, [1285] de İstanbulda basılmışdır. İçinde onbin hadîs-i şerîf vardır.
Süyûtî: Celâleddîn Abdürrahmân bin Muhammed, Şâfi’î âlimlerinin büyüklerindendir. Hadîs imâmı idi. 849 [m. 1445] da Mısrda tevellüd, 911 [m. 1505] de orada vefât etdi. Her biri çok kıymetli olan, beşyüzden fazla kitâb yazdı. Çoğu Mısrda ve Avrupada ve İstanbulda basıldı. Dahâ yirmiiki yaşında iken, Celâleddîn Muhammed bin Ahmed Mehallînin İsrâ sûresine kadar yapdığı ve [864] de vefât edince, yarıda bırakdığı tefsîri temâmladı. Bunun için Celâleyn tefsîri denildi. Ahmed Sâvînin bu tefsîre hâşiyesi meşhûrdur. Almanca (Meyer Lexikon) adındaki kitâbda, (Yorulmadan, yılmadan yazan Süyûtînin üçyüzden fazla eseri vardır) diyor. Yetîm olarak büyüdü. Sekiz yaşında hâfız oldu. Tefsîr, hadîs, fıkh, nahv, me’ânî, beyân, bedî’ ve lügat ilmlerinde mütehassıs oldu.
"Kitâba ve sünnete, ya’nî Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere uygun i’tikâd lâzım olduğu gibi, müctehidlerin Kitâb ve sünnetden çıkardıkları ahkâma, ya’nî islâmiyyete uygun işlere, ahkâm-ı islâmiyyeye uymak lâzımdır. Bu ahkâm, halâl, harâm, farz, vâcib, sünnet, müstehab, mekrûh ve şübheli olan işler demekdir. Bu ahkâmı öğrenmek de lâzımdır. [Müslümânlar iki kısmdır: Yâ (Müctehid)dir veyâ (Mukallid)dir. Müctehid olmayan her müslümâna mukallid denir.] Mukallidlerin, Kitâbdan ve sünnetden, müctehidlerin çıkarmış olduğu hükmlere uymıyan hükm çıkarmaları câiz değildir. Kendi çıkardığı hükmlere göre yapacağı işleri kabûl olmaz. Her mukallidin bir müctehide uyması, ya’nî bir mezhebe girmesi lâzımdır. Bulunduğu mezhebin muhtâr olan, ya’nî âlimlerin çoğunun uyduğu hükmlerine uymalıdır." (Mektubat, 1. cilt, 286. mektub)
Miladî 1573 senesinde vefat eden İmam-ı Birgivî rahimehullah diyor ki: "Uzun zamandan beridir ictihad kesilmiştir." (Tarikat-ı Muhammediyye, 4. baskı, Demir Kitabevi, İst., s. 114). Ehl-i sünnet vel-cema’at âlimlerinden, çok sayıda çok kıymetli kitablar yazan Yusuf bin İsmail-i Nebhanî rahmetullahi teâlâ aleyh, Huccet-ullahi alel alemin adlı kitabında buyuruyor ki:
“Bugün akıl ve din yolunda muvazenesi bozuk olmayan, ben müctehidim diyemez. İmam-ı Münavî (rahmetullahi aleyh), Cami-i sagir üzerine olan Şerh-i Kebir kitabının başında uzun olarak şöyle anlatır: Allame Şihabüddin bin Hacer-i Heytemî (rahimehullah) der ki, Celaleddin Süyutî ictihad iddiasında bulununca, asrının alimleri ayağa kalkıp kabul etmediler. Ona bir sual yazdılar. Bu sualde, müctehidlerin iki ictihadı vardı. Ona, sizde ictihadın en aşağı mertebesi olan fetvada müctehidlik varsa, bu iki taraftan birini tercih ediniz. Müctehidlerin usül ve kaidelerindeki delillere de uygun olsun diye rica ettiler. Süyuti hazretleri, suali cevap yazmadan geri gönderdi. Ve bunda rey beyan etmekden beni alıkoyan işim vardır diye özür diledi. İbni Hacer der ki: O halde, bu mertebenin, yani ictihadın en aşağısı olan fetvada ictihad derecesinin zorluğunu düşün. Bunu anlayınca, bundan yukarıda olan mutlak müctehidlik iddia edenin, işinde şaşkın, düşüncesinde bozuk olduğu, sana açıkca beyan olur. Böyle olan kimse gözleri görmez bir devenin sırtına binmiştir. Ve deve her yere çatıyor, her önüne geleni tekmeliyor.
Yine İbni Hacer der ki, bir kimse mutlak müctehidlik mertebesini tasavvur edebilse onu zamanımızın (hicri 9. asır) insanlarından birine nisbet etmeye Allahü teâlâdan haya eder. Bilakis İbni Salah ve ona tabi olanlar derler ki, ictihad üçüncü asırda kesilmiştir. İbni Salah’la o asır arasında üç asır vardır. O halde bizden altı yüzyıl önce kesilmiş demektir. İbni Hacer 899-974 (m.1494-1566) yıllarında yaşamıştır. O halde bize göre on asır önce kesilmiş oluyor. ...Şafii mezhebinin büyük alimlerinden olan İmam-ı Rafii (vefatı m.1227), Envar kitabında (Âlimler bugün müctehid bulunmadığına icma etmişlerdir) buyuruyor. ...Bu bilgileri daha geniş öğrenmek isteyen, Münavî’nin Şerh-i Kebir kitabına, Cem’-ül Cevami İbni Kasım haşiyesine, İbni Hacerin fetvasına, Şeyh Muhammed bin Süleyman Kürdî’nin fetvasına ve diğer usül ve fıkıh kitaplarına müracaat etsin. Bunlara bakınca âlimlerin, mezhebde müctehid kalmadığına ittifak ettiklerini görür. Nerde kaldı ki mutlak müctehid bulunsun.... Fahreddin Razî, İmam-ı Rafii ve Nevevî bildiriyorlar ki, bugün insanlar müctehid bulunmadığına dair söz birliği halindedirler.”
Not: Yukarıda ismi geçen bazı âlimler hakkında şu bilgileri buraya almakda fayda gördüm:
Yûsüf bin İsmâ’îl bin Yûsüf Nebhânî: Hayfada Eczîm kariyyesinde 1265 [m. 1849] de tevellüd, 1350 [m. 1932] Ramezân ayında Beyrutda vefât etdi. Ondördüncü asrın büyük âlimlerindendir. Câmi’ulezheri bitirdi. Çok kitâb yazdı. Vehhâbîleri red eden Şevâhid-ül-hak kitabı meşhurdur.
Abdürraûf-i Münâvî: Şâfi’î âlimi idi. 924 [m. 1518] de tevellüd, 1031 [m. 1621] de Kâhirede vefât etdi. Çok kitâb yazdı. Künûz-üd-dekâ’ık kitâbı, [1285] de İstanbulda basılmışdır. İçinde onbin hadîs-i şerîf vardır.
İbni Hacer: Şihâbüddîn Ahmed bin Muhammed Hiytemî, Mekke-i mükerremenin büyük âlimi ve Şâfi’î fükahâsından idi. 899 [m. 1494] da tevellüd, 974 [m. 1566] de Mekkede vefât etdi. Fetvâları ve Savâ’ık kitâbı ve Minhâc şerhı olan Tuhfesi ve Zevâciri ve Kalâid-ül-ukbân kitâbı çok kıymetlidir. Savâ’ık-ul muhrıka ve Hayrât-ül-Hisân El-i’lâm bi-kavâti’il-islâm meşhur kitabları arasındadır.
Süyûtî: Celâleddîn Abdürrahmân bin Muhammed, Şâfi’î âlimlerinin büyüklerindendir. Hadîs imâmı idi. 849 [m. 1445] da Mısrda tevellüd, 911 [m. 1505] de orada vefât etdi. Her biri çok kıymetli olan, beşyüzden fazla kitâb yazdı. Çoğu Mısrda ve Avrupada ve İstanbulda basıldı. Dahâ yirmiiki yaşında iken, Celâleddîn Muhammed bin Ahmed Mehallînin İsrâ sûresine kadar yapdığı ve [864] de vefât edince, yarıda bırakdığı tefsîri temâmladı. Bunun için Celâleyn tefsîri denildi. Ahmed Sâvînin bu tefsîre hâşiyesi meşhûrdur. Almanca (Meyer Lexikon) adındaki kitâbda, (Yorulmadan, yılmadan yazan Süyûtînin üçyüzden fazla eseri vardır) diyor. Yetîm olarak büyüdü. Sekiz yaşında hâfız oldu. Tefsîr, hadîs, fıkh, nahv, me’ânî, beyân, bedî’ ve lügat ilmlerinde mütehassıs oldu.
Derleyen: Murat Yazıcı
Son güncelleme: 15 Şubat 2014
Son güncelleme: 15 Şubat 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder