http://www.youtube.com/watch?v=t4iqTcGMwm8
Konuşmasının bir yerinde diyor ki:
"İmam-ı Rabbânî'nin kuddise sirruh buyurduğu gibi Muhammed Mustafa eşittir Allah!... Bir eti kemiği var farklı olarak."
B. Ali Öztürk'ün sözü burada bitti. Hemen şunları vurgulayalım:
1. İmam-ı Rabbânî hazretleri hiç bir yazısında böyle bir ifade kullanmamıştır.
2. "Muhammed aleyhisselam eşittir Allahü teâlâ" sözü zahiren küfürdür.
Bayram Ali Öztürk şimdi hayatta olmadığına göre, kendisine niye böyle konuştuğunu ve ne demek istediğini sormak imkânına sahip değiliz. Belki meczub bir kişi idi, belki gerçek bir âşık idi (ki kendisi hakkında duyduklarımız bu ihtimali desteklemektedir) ve muhabbet sarhoşluğu ile, sekr halinde böyle bir söz söyledi, belki sözlerinin zahiri ile onun asıl kasdı örtüşmüyor ve sözünün bir te’vili var. Bunların hepsi ihtimal dâhilinde olabilir. Ancak, bu konuşmayı YouTube'da veya başka yerlerde yayınlayarak fitne ateşine benzin dökenlere acaba ne demeliyiz?
Şimdi bazı Vehhabilerin de Bayram Ali Öztürk'ün bu sözlerini kaynak alarak İmam-ı Rabbânî hazretlerine saldırdıklarını görüyoruz. Bu ahmaklara, "İmam-ı Rabbânî hazretleri bunu nerede söylemiş?" denince, şaşırıp kalıyorlar.
İmam-ı Rabbânî rahimehullah, Mektubat'ın çeşitli yerlerinde eski zamanlarda yaşamış bazı tasavvuf ehlinin sekr (şuursuzluk, kendinde olmama, manevî sarhoşluk) halinde söyledikleri bazı sözlerden bahsetmekte, sekr sahiplerinin mâzur olduğunu, ama bunlara uyanların, bunların sözlerini taklid edenlerin mâzur olmadığını, cezalandırılacaklarını bildirmektedir (mesela, bkz. Mektubat, c.1, m. 95 ve m. 100). Nitekim, 3. cilt, 80. mektubda da bazı şeyhlerden sekr hâlinde sâdır olan bir sözden bahsedilmektedir. Bu gibi sözlerin sekr ile söylenmiş olduğunu ve bunları taklid etmenin câiz olmadığını izah eden İmam-ı Rabbânî hazretlerini, bahis konusu sözlerin bizzat sahibiymiş gibi anlamak ve anlatmak eğer münâfıklık değilse, aşırı ahmaklık alâmetidir. (Vehhabîlerin aşırı derecede ahmak olduklarını biliyoruz.)
İmam-ı Rabbânî rahimehullah, Mektubat'ın 167. mektubunda buyuruyor ki:
İyi dinle ve iyi anla ki, bizim ve sizin ve hattâ herşeyin, yerlerin, göklerin, yüksekliklerin, alçaklıkların yaratanı, varlıkta durduranı birdir. Nasıl olduğu anlaşılamaz. Benzeri ve ortağı yoktur. Şekli ve görünüşü olmaz. Baba, çocuk değildir. Onun gibi, Ona benzer birşey düşünülemez. Onun birşey ile birleşmesi, bir şeyde bulunmasını düşünmek çok çirkin olur. Bir yerde bulunması, bir yerde görünmesi olamaz. Onda zaman yoktur. Zamanı O yaratmıştır. Bir yerde değildir. Heryeri O yaratmıştır. Hep var idi. Varlığının başlangıcı yoktur. Hep vardır. Varlığının sonu olmaz. Her iyilik ve yükseklik Onda vardır. Hiçbir kusur ve aşağılık Onda olamaz. İşte bunun için, mâbut olmaya, tapınmaya hakkı olan yalnız Odur. Tapınmaya lâyık olan ancak Odur. Hindûların Râm ve Kerşen denilen putları, Onun yarattığı şeylerden zevallı iki dânesidir. Her ikisinin de anası ve babası var idi. Râm, Ceretin oğlu ve Leknenin kardeşi idi. Sîtanın kocası idi. Râm, kendi çoluk çocuğunu koruyamamıştı. Başkalarını nasıl koruyabilir? İyi düşünmek lâzımdır. Câhillere uymamalıdır. Yerleri gökleri yaratana, Râm ve Kerşen gibi ismler takanlara milyonlarca yazıklar olsun! Bunların hâli, büyük bir pâdişâha, aşağı bir çöpçünün ismini takanlara benzemektedir. Râm ile Rahmanı aynı şey sanmak, ne akılsızlıktır? Yaratan, yarattığı ile bir olur mu? Anlaşılamayan birşey, bilinen şeylere benzetilemez. Onlarla birleşemez. Râm ve Kerşen yaratılmadan önce, âlemlerin yaratanına Râm ve Kerşen denilmiyordu. Bunlar yaratıldıktan sonra, ne oldu ki, o eşsiz olan ulu Allaha, Râm ve Kerşen denildi? Râm ve Kerşenin ismleri, yerlerin, göklerin sahibinin adı sanıldı! Olamaz, olamaz, hiç olamaz! Gelip geçmiş olan, yüzyirmidörtbine yakın Peygamberlerin hepsi insanları, yalnız bir yaratana ibâdet etmeye çağırdılar. Ondan başkasına tapınmağı yasak ettiler. Bütün Peygamberler, kendilerinin âciz birer mahlûk olduklarını söylediler. Allahü teâlânın büyüklüğünden, kuvvetinden korkarlar ve titrerlerdi. Hindûların tapındıkları kimseler ise, herkesin, kendilerine tapınmasını istediler. Kendilerini mâbut olarak tanıttılar. Bir yaratanın varlığına inanıyorlardı. Fakat, Onu kendilerine hulûl etmiş, kendileri ile birleşmiş sanıyorlardı. Bunun için, herkesin kendilerine tapınmasını istiyorlardı. Kendilerine tanrı diyorlardı. Her kötülüğü yapıyorlardı. Tanrı, her istediğini yapar ve yarattığı şeyleri istediği gibi kullanır diyorlardı. Bunlar gibi, daha nice bozuk ve saçma sözleri vardı. Kendileri sapıtmış, başkalarını da saptırmışlardı. Peygamberler böyle değildiler. Başkalarına yasak ettikleri kötülüklerden kendileri de ençok sakınırlardı. Kendilerinin de, herkes gibi insan olduklarını söylerlerdi. Fârisî mısra' tercümesi:
Yollardaki ayrılığı gör! Nerden nereye?Murat Yazıcı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder