Son üç gündür sosyal medya, Marmara İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün yeni bir videosu ile çalkalandı. Mustafa Öztürk bu videosunda Kur’ân-ı kerim ile ilgili akıl almaz isnat ve iftiralarda bulunuyordu.
Aslında onun buna benzer videoları daha önce de ortaya çıkmıştı. Kendisine üç beş kez bu sütunlarda cevap vermiş ve çekmiş olduğum videolarla kendisini uyarmıştım. Fakat bu kez kamuoyundan öyle güçlü bir tepki geldi ki Mustafa Öztürk dayanamadı ve istifasını sundu...
Kendisini "FETÖ’yü tenkit ediyormuş, FETÖ’nün karşıtıymış" diyerek Marmara Üniversitesine aldırdılar. Tencerenin kapağı burada fena açıldı ve bütün kokuları ortaya saçıldı!..
Marmara İlahiyat'ın dekanı Ali Köse kendisine kol kanat gerdi. “FETÖ gitti ama bin FETÖ geliyor” diyerek TRT’de garip konuşmalar yapan ve fakat ikinci bir FETÖ’nün adını vermeyen Köse, fakültesinde tefsir derslerini, -hâşâ- “Kur’ânı peygamber yazdı” zihniyetiyle yapan akademisyenini hiç duymadı mı acaba? Nerede yaşıyor bilmek gerek. Yoksa kendisi de aynı fikirlerde mi?
Evet, çok acıdır. Türkiye’de onlarca ilahiyat fakültesi var. Öztürk’ün bu son videosuna toplum güçlü bir şekilde tepkisini ortaya koyarken ilahiyat camiasından birkaç kişi hariç mertçe bir ses duyamadık. Her şeye maydanoz olan köşe yazarları da yine üç beş kişi hariç sustular. Bazısı da son anda bindi trene. Bu çok acı bir durumdur gerçekten.
Fransa’da dinimize bir hakaret olduğunda ortalığı velveleye verenler, ülkemizde onun on katı yıkım hareketine neden ses çıkarmazlar? Hemen “fikir özgürlüğü”, “konuşulsun tartışılsın efendim” pozuna girer veya hiç duymamış gibi dururlar. Anlamak mümkün değil!
Aslında ben ilahiyatçı hocalarımızın bugün konuşmasını da beklemezdim. Zira bugün bağırsalar fazla bir mana da ifade etmez.
Zira akademisyenler, genelde birbirlerinin çalışmalarından haberdar olurlar. Hangi fikirlere sahip olduğunu, neler yazdığını iyi bilirler. Bugüne kadar onun eserlerine Türkiye’de bir cevap yazıldı mı bilmek isterim? Yazılmadı ise gerçekten çok yazık!
Nereye gidiyoruz düşünelim, tefekkür edelim! Bu ilahiyat fakültelerinde yetişenler yarınlarda toplumun dinî hayatına yön verecekler.
YÖK ise bu konuda hâlâ kafasını kuma gömüp görmezden gelmeye devam mı edecek? Neredeyse kurulduğundan bu yana Ehl-i sünnet itikadına tamamen mugayir bir tarzda ilerleyen ilahiyat eğitimine bir neşter vurmayacak mı? Aslında ilahiyatlarda Ehl-i sünnet itikadına uygun ders anlatan hocalarımız az değil. Fakat seslerinin neden çıkmadığı sorgulanmayacak mı? Zira hâkim güç maalesef Selefî, mezhepsiz bid’at grubunda bulunuyor!.. Kendilerine akademik zarar verilmesinden çekinenler, din adına şu en mühim meselede dahi ses çıkaramaz hâle geliyorlar. Millet de tepki vermese iş nereye varacak tahmin dahi edemiyor insan!
Âyetlere kör olmak!
Mustafa Öztürk’ün öncelikle bu son videosundaki Kur’ân-ı kerim hakkındaki alçakça hezeyanına bakalım:
“Orion takımyıldızına bak, Andromeda’ya bak, Samanyolu’na bak, National Geographic’e git okyanusun dibine bak, kutuplara bak, çiçeğe bak, Boğaz’da ergunava bak, bir de Kur'ân’da 23 sene Velid bin Mugire aşağı, As bin Vâil yukarı deyip bütün kadrajını Hicaz-Taif-Medine'ye sıkıştırmış ve insanlığa son söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 tane lavuk müşrik ve o müşriğe Kur'ân'da öyle küfürler var ki! Bir tanesini okuyayım mı size? Kalem Suresi... (3-4 âyet okuduktan sonra) Hem kel hem fodul ve -badelzalik- üstüne üstük zelil p.ç."
Onu tabii meale öyle yazamazsın soysuz diyeceksin!
"Aç. Adres vereyim aç. Ferrâ’nın Meâni’l Kur’ân’ını aç. İbni Kuteybe’yi aç! Nereyi açarsan aç! Nesebi bilinmeyen, onun bunun çocuğuna 'zenim' denir Arapçada. Bu Allah dili olabilir mi? İnsani dil olamaz mı? Olabilir. Yanmış canı. Feverandır olabilir. Olabilir üstadım olabilir.”
Açıkça söylemek gerekir ki bu ifadeler Cenâb-ı Hakk’a savaş açmaktır!.. Ona inanmamaktır. “Kur’ân’ı, Resulullah yazdı”, demek Peygamber efendimize en büyük bühtandır. Nihayet “Kur’ân-ı kerim insan kelamıdır” diyerek ona olan itikadı da yıkmaktır. Bir anlamda imanın üç temel esasını bozmaktır.
Onun daha önceki bir videosu da aynı mealde olup şöyleydi:
“…Tanrı, merhametin katsayısı belli değil, engin merhamet ve şefkat sahibi, dilinden lanet eksik olmuyor. Şimdi üstadım ben bunu tanrıya nasıl yakıştırayım? Tanrı niçin bu kadar hiddetli? Acaba diyorum Gazabı olsun. Kendisini övmesi/övünmesi olsun. Laneti olsun. Ve sairesi olsun. Acaba Resulullah bir tür Hermes gibi, hani Hermes'i biliyorsunuz, mitolojide tanrının mesajının insan idraki tarafından kuşatılamayacağı için, o mesajın insan diline çevirisini/aktarımını Hermes üstlenir. Bir tür elçilik yapar. Peygamber de Allah'ın soyut mesajlarını muhatap olduğu insan kitlesine kendi zihin süzgecinden geçirerek aktarıyor olabilir mi?..”
Buradaki soru da Mustafa Öztürk’ün, “evet oluruyla” neticelenmektedir.
Bu tefsir profesörü Kur’ân-ı kerimdeki şu âyet-i kerimeleri hiç görmedi mi acaba?
Şuarâ suresi, 192-195: “O (Kur’ân) muhakkak ve muhakkak âlemlerin Rabbi (canibinden) indirilmedir. Onu Ruhu’l Emîn, inzâr edicilerden olasın diye, senin kalbine manası açık Arabça bir dil ile indirmiştir.”
Neml suresi 6: “Şüphesiz ki bu Kur’ân, sana ilim ve hikmet sahibi Allah tarafından verilmektedir.”
Araf suresi, 203: “Onlara (istedikleri) bir âyet gelmediği vakit derler ki: [(Kendinden derip) onları toplasaydın ya!] De ki: “Rabbimden bana ne vahiy olunursa ben ancak ona uyarım. Bu (Kur’ân âyetleri, kalblerinize) Rabbinizden (açılan) gözlerdir, iman edecek bir kavim için (mahz-ı) hidâyet ve rahmettir.”
Hakka suresi, 44-47: “Eğer O (Peygamber) bize atfen, (Kur’ân’a) bazı sözler uydurmuş olsaydı, biz onu kıskıvrak yakalardık. Sonra da onun şah damarını koparır, helak ederdik, hiçbiriniz de buna engel olamazdınız.”
Kur’ân-ı kerimdeki bu ve bunun gibi onlarca açık âyet-i kerimelere rağmen onu peygamber sözü olarak nitelemek Kur’ân-ı kerimi ve Cenâb-ı Hakk'ı açıkça yalanlamak değil midir?
Kuramer farksız mı?
Mustafa Öztürk aynı fasit fikirlerini yıllardır eser ve makalelerinde de ortaya koyuyordu. “Kur’ân Dili ve Retoriği” isimli eserinde geldiği nokta gerçekten dehşet verici idi. Eserinde bu hususu anlatırken öncelikle Thomas Carlyle’nin şu hezeyanlarını mesnet edinmişti:
“Kur’ân karmakarışık, usandıracak derecede düzensiz, anlaşılmaz, bitmez tükenmez tekrarlar, insanın nefesini kesen pasajlar ve anlaşılmaz ifadelerle doludur. Kısacası Kur’ân kahrı çekilmez saçmalıklarla doludur.” (s.24-25)
Bunları hiçbir tenkide tabi tutmadığı gibi kendisi de aynı görüşlere katılarak şu ilavelerde bulunmaktadır.
“Kur’ân’daki tekrarlar yazılı bir metni okunamaz hâle getiren bir eksiklik, kusur ve ifade zaafıdır.” (s. 25)
“Kur’ân, Vahiy ve Nüzul” isimli eserinde de aynı manalı ifadeler defalarca dile getirilmiştir.
Dolayısıyla Mustafa Öztürk’ün bu hezeyanlarını yıllardır her platformda savunuyor, eserler veriyor, makaleler yazıyor, jürilere girip savunuyordu!
Artık bu noktalara nasıl gelindiğini oturup ciddi ciddi düşünmeyecek miyiz?.. Yıllardır çeşitli üniversitelerde tefsir derslerinde bu fikirleri nasıl savundu? Son dönemde çıkartıldığı belirtilen Kuramer’in akademisyenleri içerisinde yıllarca nasıl yer aldı? Mehmet Görmez, kendisini Külliye’de huzur derslerine başhoca olarak nasıl atadı. Böylece Marmara Üniversite geçiş yolunu mu açtı? Hezeyan ve iftira ile dolu kitapları, Kuramer’den nasıl basıldı?
Bu işlerin temeline inilmedikçe bugünkü ilahiyat programlarından hep bu şekilde Mustafa Öztürkler üreyecektir.
Biri gidecek, yüzü gelecektir...
Ali Köse gibiler de “FETÖ’nün biri gidip bini geliyor” diyerek asıl büyük fitne ve tehlikenin üzerini örteceklerdir.
Nitekim Kuramer’in başındaki Diyanet İşleri eski Başkanı Ali Bardakoğlu aynı hezeyanlara sahip değil midir?
Bunun için Bardakoğlu’nun yine Kuramer Yayınları’ndan çıkmış olan “İslam Işığında Müslümanlığımızla Yüzleşme” isimli kitabına bakmamız yeterli olacaktır. O, farklı yerlerde şöyle demektedir:
“Kur’ân-ı kerim bir metin değil, hitaptır; hitab-ı ilahidir. Mesela beklentilerimiz Kur’ân-ı kerimin diğer insan ürünü metinlere en kapsamlı bir metin, diğer düşünce manifestolarına ve kanunlarına karşı en ikna edici inanç ve kanunlar kitabı olması yönünde olabilir; ama öyle değildir.” (s.61)
“Kur’ân-ı kerim dinimizin, dinî bilgimizin ana kaynağıdır. Ama onu bir metin gibi göremeyiz. Süreç olarak görmemiz, diyalektik bir hitap olarak görmemiz gerekiyor. Bunu önemsediğim için üzerinde ısrarla durmak istedim.” (s.63)
Peki, Kur’ân-ı kerimi kim metinleştirdi? Buyurun Ali Bardakoğlu’nun akıl almaz hezeyanını görün:
“…İslam’ın üçüncü asrından itibaren hadisle sünnet eş anlamlı kılınmaya, hadisle sünnet aynîleştirilmeye başlandı. Kitap ve sünnet şeklindeki hikmetli kavramlaştırma, Kur’ân ve Hadis şeklindeki kavramlaştırmayla iki metne indirgendi. Sonuçta Kur’ân-ı kerim metinleştirildi. Peygamber efendimizin sünneti metinleştirildi ve karşımıza kategorik ve normatif metinler çıktı." (s.65)
Görüldüğü üzere Bardakoğlu ile Öztürk’ün fikirleri birbirleri ile tıpatıp aynıdır...
Öztürk’ün, Kuramer’den ve İlahiyat Fakültesinden çıkarılmış olması bir mana ifade etmemektedir. İtikadımıza ve inancımıza vurulan bu ağır tahribat ne yazık ki devam ettirilmektedir...
Bilhassa Diyanet’in artık bu hususa acilen neşter vurması gerekmektedir diye düşünüyorum!
TEFEKKÜR
Esrâr-ı ulûma seni mahrem mi sanırsın
Ey bî-nazar açıldığı yok sana kitâbın
Nâbî
(İlimlerin sırlarına erdiğini mi sanırsın,
Ey basiretsiz, fikir yoksunu, açıldığı yok sana kitabın.)
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
4.12.2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder